(Türk Kağanları ve Sultanları)
Delhi Türk Sultanlığının kurucusu ve
ilk hükümdârı. Aslen Türkistanlı olup, İlbârı kabîlesinden Aylam Hanın oğludur.
Baba yurdundan kaçırılıp, köle olarak satıldı. Buhâra’da ilim sâhibi bir
zât, zekâ ve kâbiliyetini keşfedip, satın aldı ve onu en iyi şekilde yetiştirdi. Lahor Sultânı Kutbeddîn Aybeg, nâmını duyduğu İltutmuş’u Hindistan’a getirtip satın aldı.
zât, zekâ ve kâbiliyetini keşfedip, satın aldı ve onu en iyi şekilde yetiştirdi. Lahor Sultânı Kutbeddîn Aybeg, nâmını duyduğu İltutmuş’u Hindistan’a getirtip satın aldı.
İltutmuş, kâbiliyet, ilim ve zekâsıyla
kısa zamanda Aybeg’in özel muhâfız alayı komutanlığına yükseldi. Gwalyar’ın
fethi üzerine buranın, daha sonra da Bedaun bölgesinin vâliliğine tâyin edildi.
Bilâhare Emîrü’l-ümerâlığa getirildi. Sultan Aybeg’e damat oldu. Kutbeddîn
Aybeg’in 1210′da ölümü üzerine, evlatlığı Aram Şah başa geçti ise de birliği
sağlayamadı. Devlet adamları, Şemseddin İltutmuş’u başa geçirdiler (1211). Aram
Şah, îdâm edildi. Muhâliflerini bertaraf eden İltutmuş, Celâleddîn Harezmşah’ın
Hindistan topraklarını bölme çalışmalarını bertaraf etti (1222).
Orta Asya‘da Moğol zulmünden kaçan
Müslüman Türkleri memnûniyetle kabul edip, bunlarla ordusunu güçlendirdi.
Lahravti (1225), Sind (1228), Gwalyar (1232), Malvo (1234) seferlerini yaptı.
Vindhya Dağlarının kuzeyindeki bütün Hindistan topraklarını Delhi Sultanlığı
sınırları içine aldı. Onun fetihleri ve Hindistan’da İslâmiyeti yayma
çalışmaları, Bağdat’taki Abbâsî Halîfesi Mustansır-billah (1226-1242)
tarafından takdirle karşılandı. Halîfe, İltutmuş’a hil’at gönderip ‘Nâsır-ı Emîrü’l-Mü’minîn’
unvânını verdi. Bu sâyede Abbâsî halîfesince tanınan Hindistân’ın ilk Müslüman
hükümdârı oldu. 1229 yılından sonra, Nâsır-ı Emîrü’l-Mü’minîn unvânı ile
paralar bastırdı. 1236 yılında vefât eden İltutmuş’un yerine önce oğlu Fîrûz
Şah, sonra da kızı Râziye Begüm Sultan (1236-1240) geçti. Sonra sıra ile,
İltutmuş’un diğer oğulları; Behram, Mes’ûd ve peşinden de Mahmûd Şah
(1241-1266) tahta geçtiler. (Bkz. Delhi Türk Sultanlığı)
İltutmuş, ilim sâhibi bir kimseydi.
İlme ve ilim sâhiplerine hürmet ederdi. Devrinde yaşayan Muînüddîn Çeştî,
Kutbeddîn Bahtiyâr Kâkî, Bahâüddîn Zekeriyyâ, Ferîdüddîn Genc-i Şeker, Hâce
Ahmed Buhârî, Kâdı Hamîdeddîn Nâgurî gibi âlimlerin duâlarını alıp,
nasîhatlerinden istifâde etti. Dînî ve sosyal eserleri tâmir ve yenilerini inşâ
ettiren İltutmuş, Kutbeddîn Aybeg’in Delhi’de başlattığı Kutb Câmii ve Kutb
minâreyi ve Ecmir’deki câmiyi tamamlattı. Bedaun’da da bir câmi yaptırdı.
Kölelikten Sultanlığa İltutmuş
O gün Asya’nın iki güneşi Mu’înüddîn
Çeştî ile Şîhabüddîn-i Sühreverdî hasırlarını kulleteyn havuzunun yanıbaşına
serer hoşça bir sohbet tuttururlar. Nasipliler birer ikişer yamaçlarına
sokulurlar ki aralarında İlbari kabilesinden Aylam Han da vardır. Ancak Hanın
küçük oğlu İltutmuş (henüz üç yaşındadır) kendince bir oyun tutturur, nerede
olduğunu unutur. Babasının börkünü kafasına koyar, yayını omuzuna asar, hayali
askerlerini yönetip, küffara savaş açar. Aylam Han oğluna tam “şışşşt”
diyecektir ki Mu’înüddîn Çeştî hazretleri “elleme” buyururlar. Bebekleri
parlayan gözlerle sevimli miniğe bakaaar, bakar ve “bir gün onun Delhi’ye
sultan olduğunu duyarsanız şaşmayın” buyururlar.
Aylam Han “büyükler boş konuşmaz” der
geçer ama “nasılına” kafa yormaz. Hoş, kafa yorsa da çözülecek gibi değildir,
öyle ya Türkmenistan çöllerinde yaşayan birini Hindistan’da kim alır, kim
satar? Olmasa aranmaz, olsalar sayılmazlar.
Onu paylaşamazlar...
Aradan yıllar geçer, İltutmuş boylu
poslu, çok yakışıklı bir delikanlı olur, göz kamaştırmaya başlar. Köle
tacirleri onu pusuya düşürür, götürüp Buhara’da satarlar. Sahibi ilim ehli bir
zattır, onu çocuklarından ayırmaz, Buhara’nın en gözde medreselerine yollar.
İltutmuş tedristen geçince anlayışı, kavrayışı artar. Hangi işe girse yüzünün
akıyla çıkar. Ak sakallı kocamışlar bile müşküllerini ona danışır, koca koca
komutanlar ayağına gelip tedbir sorarlar. İltutmuş cevahir gibi kıymetli bir
mal olur ve ona sahip olmak isteyenler kesenin ağzını açarlar. Son sahibi
Cemaleddin onu Gazne’ye götürür, İltutmuş’un ünü bir anda şehri sarar. Sultan
Muhammed Guri, sahibinin önüne tam bin altın atar ama Cemaleddin’in nazlanacağı
tutar. Sultan da, İltutmuş’un Gazne sınırları içinde satılmasına yasak koyar.
Hal böyle olunca sahibi Delhi’ye iner, Lahor sultanı Kutbettin Aybeg’le el
sıkışırlar.
Aybeg İltutmuş’u Ser-i Candarlığa
(muhafız kıtası komutanlığına) atar. Bu vefalı ve sadık gence kanı kaynar,
biricik kızını verip kendine damat yapar.
Sultan Aybeg bir ara Guvalyar’ı
muhasara eder. Ancak bu ünlü kale önünde aylarca kalır, bıkıp usanırlar. İşte
tam burada İltutmuş devreye girer akla gelmedik taktiklerle savunmayı çökertir,
bayrağı üç günde surlara asar. Aybeg de, İltutmuş’u şehre vali yapar.
Emir-ül umera...
Sultan bir ara Gakharlarla takışır ve
iki taraf da hazırlanıp meydana çıkarlar. Bu savaşı da İltutmuş’un sayesinde
kazanır, bütün Bedaun havalisinde ferman okuturlar. Artık Sultan, damadını
yanından ayırmaz, hatta yerini ona devretmenin hesaplarını yapar.
Gelgelelim her fani gibi Aybeg de
ecele yakalanır, oğulları yıpratıcı bir taht kavgasına tutuşurlar. İltutmuş
kardeşlerin arasına girmez ama işin tadı kaçınca eşraf ve erkân onu kenara
çeker, dizginleri ele almasını arzularlar.
Tahta oturunca...
İltutmuş kayınbiraderleri ile
anlaşmaya çok çalışır ama bakar olmaz, anladıkları dilden konuşur, huzur ve
sükunu sağlar (1210).
O günlerde yıkılmanın eşiğine gelmiş
olan Harzemşahların efsanevi lideri Celaleddin, Delhi Sultanlığının da
kendisine bağlanmasını arzular. Arzular ama tükenmek üzeredirler ve ülkeleri
içten içe kaynar. Onlara bağlanmak bu halka bir şey kazandırmaz. İltutmuş, yine
de Celaleddin’le takışmaz, dahası Moğol zulmünden kaçanları bağrına basar. İçte
birliği sağlayınca Lahravti’yi, Sind’i, Malva’yı ele geçirir, Vindhya
Dağlarının kuzeyini tamamen İslâmlaştırırlar. İltutmuş’un cihad aşkı Abbasi
Halifesi El-Muntansır Billah’ın gözünden kaçmaz. Ona hil’at gönderip “Emir ül
Umerâ” (emirlerin emiri) unvanını bağışlar ki, koca Hindistan’da bu payeye
lâyık görülen başka hükümdar bulunmaz.
Bir ara Asya’nın nurlu zirvelerinden
Seyyid Bahtiyar Kâkî’nin yolu Delhi’ye düşer. İltutmuş büyük veliye çok hürmet
eder Delhi’de kalmaları için ağlar, yalvarır, ne gerekiyorsa onu yapar.
Mübarek, Delhi gibi renkli ve gürültülü bir şehirde yaşamak istemez ama
yakınlara yerleşmeyi kabul buyururlar. İltutmuş sık sık gider emirlerini sorar,
hademe gibi dergâhın hizmetine koşar. Bahtiyar Kâkî hazretleri her sohbetinde
adil sultanların menkıbelerini anlatır, onu Hazret-i Ömer ve Ömer bin Abdülaziz
gibi olmaya çağırırlar. Nitekim İltutmuş geceleri Hazret-i Ömer gibi sokakları
turlar. Kâh gariplerin sofrasına oturur, kâh fukaranın kapısını çalar.
Evliyanın bereketiyle
Bir zaman sonra saray saraylıktan
çıkar, halk kendi evi gibi girip çıkmaya başlar. Hatta “bu buraya yakışmamış”
der mefruşata bile karışırlar. Asker ve memurlar esnafla kaynaşır, mecliste
herkese söz düşer, memleketi ilgilendiren kararları birlikte alırlar. Bu arada Bahâüddin
Zekeriyyâ, Feridüddîn Genc-i Şeker, Hace Ahmed Buhârî, Kâdı Hâmideddin gibi
büyükler İltutmuş’un davetlerini kırmazlar. Havaliyi nurlandırır,
yetiştirdikleri pırlantalarla ülkeler ötesine feyz saçarlar.
En mânâlısı da onu yıllar evvel (hani
ufacık tefecikken) kulleteyn havuzu başında görüp bu günleri işaret buyuran
Mu’înüddîn Çeştî hazretleri, İltutmuş’un ülkesini mekân tutar, himmetiyle genç
Sultanın arkasında dururlar.