Alim
Han, 1911-1920 yılları arasında, Türkistan’da Ruslar tarafından işgal edilen
sonuncu Türk devleti olan Buhara Hanlığı’nı idare eden hükümdardır.
Bolşevikler
ile yaptığı mücadeleyi 1920 yılında kaybetmesi üzerine ülkesini terk etmek
zorunda kalmış ve yardım sağlamak amacıyla Afganistan’a gitmiştir. Fakat tekrar
ülkesine dönememiş v
Ruslar
ve onların destekçisi olan dönemin ceditleri tarafından sürekli kötülenen ve
hakkında asılsız iddialar uydurulan Alim Han’ın Afganistan hayatı hakkında pek
fazla bilgi bulunmamaktadır.Türkistan halkının dış ülkeler ile her türlü
münasebetini engelleyen Rusların olumsuz tutumu Alim Han’ın Afganistan hayatı
hakkındaki bilgilerin sınırlı kalmasına neden olmuştur. Alim Han hakkındaki
bilgilerin sığ kalması onun sürgünde yürüttüğü mücadelenin gereği gibi
anlaşılamamasına neden olmuştur.
Abdurrauf
Fıtrat ve Sadrettin Ayni gibi dönemin aydınları Alim Han’a muhalif
olduklarından dolayı onu ve dönemini değerlendirirken olumsuz tavır
takınmışlardır. Aydınların bu olumsuz tutumlarının Sovyetler’in amacına hizmet
etmesi, onların tek taraflı fikirlerinin yayınlanmasına ve yayılmasına neden
olmuştur. Bu olumsuz tutum o dönemin Türkiye matbuatına dahi sirayet etmiş,
Alim Han basmacılık hareketine destek verdiği halde Alim Han’ı Türkistan
bağımsızlık hareketine karşı olarak gösterilen yazılar neşredilmiştir [1].
Alim
Han hakkında yazılan yazılar ve bilgiler Sovyet döneminde izin verilen ölçüde
ele alınmış ve Sovyetlerin çizdiği çizginin dışına çıkılamamıştır. Karalama
kampanyasının etkileri yakın döneme kadar devam etmekle beraber bağımsızlık sonrası
Türkistan topraklarında konu ile ilgili farklı sesler çıkmaya başlamıştır.
Alim
Han’ın yazmış olduğu hatırat dahi, Özbekistan’da ancak 1991 yılında
basılabilmiştir. Bağımsızlığın ortaya çıkardığı olumlu şartlar neticesinde Alim
Han’ın çocukları Özbekistan’a davet edilmiş [2], gerçekleşen bu ziyaret
neticesinde, halk ve tarihçiler arasında Alim Han’ın sürgün hayatı hakkında
merak ve yeni bilgiler ortaya çıkmıştır.
Özbekistan’daki
gazetelerde, Alim Han’ın çocukları ve Emirin Afganistan’daki hayatı hakkında
haberler çıkmaya başlamış [3], böylece ortaya çıkan yeni bilgiler, Sovyet
dönemindeki iddialara farklı alternatif görüşler getirerek Sovyet dönemindeki
kaynakları ve iddiaları tartışılır hale getirmiştir. Örneğin, Alim Han’ın
ortaya yeni çıkan vasiyeti, Alim Han’ın mal varlığına dair savunulan iddialara
farklı bir bakış açısı kazandırmıştır. Çünkü Sovyet iddialarına göre Alim Han
Buhara’yı terk edişi sırasında hazinenin bir kısmını kendisi ile götürmüş [4],
ve varlık içinde yaşamıştır. Bu iddiaların aksine, Alim Han Buhara hazinesinden
bir şey götüremediği gibi, Doğu Buhara’dan götürdüğü paraları da basmacı
gruplara silah temin etmek için tükettiğini savunan görüşler ortaya çıkmıştır
[5].
Bu
yanlış ve yanlı değerlendirmeler Rusların karalama kampanyalarının bir
sonucudur. Gerçeklerin ortaya çıkması bu dönem ile ilgili ilmi çalışmaların
arttırılmasına bağlıdır. Fakat ne Türkiye’de ne de Türkistan’da Buhara Hanlığı
ve Alim Han dönemi ile ilgili yeteri ilmi çalışma bulunmamaktadır. Oysa ki,
Alim Han Türkistan tarihinde farklı bir öneme sahiptir. Çünkü, Rusların
Altınordu Devleti’nden bağımsızlığını almasından sonra Türk toprakları aleyhine
başlattığı genişleme hareketinin son halkası Buhara Hanlığı olmuştur. Buhara
Hanlığı’nın 2 Eylül 1920 yılında işgal edilmesi ile Türkistan’daki son toprak
parçası da Ruslar’ın eline geçmiş ve Türkistan’a yönelik Rus İşgal hareketi
tamamlanmıştır [6].
Ruslar’ın
Buhara Hanlığı’nı tamamen işgal ettiği esnada Buhara Hanlığı’nın tahtında Alim
Han bulunmaktaydı. Bu nedenle işgalden sonra yürütülen Rus propagandasının da
en büyük hedefi Alim Han olmuştur. Asıl konumuza girmeden önce Buhara
Hanlığı’nın tarihçesini özetlemek yararlı olacaktır.
Timur’un
1405 yılında ölmesinden bir süre sonra Türkistan toprakları Anadolu’daki
beylikler dönemine benzer siyasi parçalanma dönemine girmiş, Türkistan
topraklarındaki bu siyasi parçalanmaya son verecek merkezi bir devlet
kurulamadığı için de güçlü bir devlet olarak ortaya çıkan Rusların Türkistan’ı
işgali engellenememiştir.
Batı
Türkistan dediğimiz ve günümüzde bağımsız Türk Cumhuriyetlerinin hüküm sürdüğü
topraklarda, siyasi birlikten uzak hanlıklar dönemi yaşanmaya başlanmış ve bu
hanlıklardan en önemlisi de Buhara Hanlığı olmuştur. Kokand ve Hive Hanlıkları
bu hanlıktan ayrılarak tarih sahnesine çıkmışlardır. Buhara Hanlığı’nda
Şeybaniler, Astrahanlılar ve Alim Hanın mensup olduğu Mangıt sülaleleri hüküm
sürmüştür.
Buhara
Hanlığı’nın kuruluş tarihi miladi 1500 yılı olarak kabul edilir [7]. Batu
Han’ın kardeşi olan ve Şeybani soyundan gelen Ebul Hayr Han 1428 yılında büyük
dedesi Özbek Han’ın adını verdiği devleti kurdu. Bu devlet 1468 yılında Ebul
Hayr’ın Moğollara yenilip ölmesi ile dağılma dönemine girdi. Fakat Muhammed
Şeybani Han 1500 yılında Özbekleri tekrar toparlamış ve bağımsızlığını ilan
etmiştir [8]. Şeybanilerin son hanı olan Addulmumin öldürülmesi ile baş
gösteren karışıklık neticesinde, Astrahan sülalesine mensup Baki Muhammed 1597
yılında tahta geçmeyi başardı. Böylece hakimiyet Şeybani sülalesinden
Astrahanlılar sülalesinin kontrolüne geçmiş oldu.
Tarih
kaynaklarında Caniler olarak da bilinen bu sülale 1785 yılına kadar Buhara
Hanlığı’nı resmen idare etmesine karşın 1740 yılında Nadir Şah’ın Buhara’yı
işgal etmesi ile güç kaybetti ve bu tarihten itibaren Mangıt Sülalesi Buhara
Hanlığ’ın kaderini tayin etmeye başladı.
1785
yılına kadar Astrahanlı Hanlar kukla hanlar olarak hayatlarını devam
ettirdiler. Resmiyetteki son Astrahan Hanı Ebulgazi Han’ın Buhara sarayından
çıkarılıp sıradan bir vatandaş gibi yaşamak zorunda bırakılması ile hanlık,
(Şah Murat döneminde 1785-1800) resmen Mangıtlar’ın eline geçti [9]. Bu sülale
Ruslar’ın işgal tarihi olan 2 Eylül 1920 yılına kadar Buhara Hanlığı’nda iktidarda
kaldı.
Buhara
Hanlığı’nın Ruslar tarafından işgali ve ortadan kaldırılması Alim Han dönemine
denk gelmesine rağmen, Hanlık asıl öldürücü darbeyi Emir Muzaffer döneminde
almıştır. Buhara hanlığı ile Ruslar arasındaki ilk ciddi savaş 8 mayıs 1866
yılında İrcar mevkiinde meydana geldi. Bu savaşı Ruslar kazandı ve Buhara
Hanlığı’nın direnci kırılmış oldu [10].
2
Haziran 1868 yılındaki Zirebulak Savaşı hanlığın kaderini tayin eden savaş
oldu. Buhara Emiri Muzaffer çok ağır bir yenilgiye uğramış, 28 eylül 1873
yılında yapılan 18 maddelik bir anlaşma ile de Buhara Hanlığı Rusya’ya bağlı
bir devlet haline getirilmiştir [11].
Emir
Muzaffer 1885 yılında vefat etti ve yerine oğlu Abdulahat geçti. Bu dönemde
devletin kontrolü tamamen Ruslar’ın eline geçti. Ruslar Buhara Devleti’ni
siyasi askeri ve ekonomik açıdan tamamıyla kendine bağlı hale getirdiler [12].
Abdulahat’ın
ölümünden sonra 1911 yılında Mangıtlar’ın ve hanlığın son emiri olan Alim Han
tahta geçti [13]. Rusya’da çıkan Bolşevik ihtilalinin ortaya çıkardığı karmaşa
ortamından yararlanan Alim Han bağımsızlığını ilan etmesine rağmen, Bolşevikler
tarafından da tanınan bağımsızlığını uzun müddet devam ettirmeyi başaramadı.
Çünkü Ruslar’ın Hindistan’a ve Hint Denizi’ne ulaşması için Buhara Hanlığı’nın
mutlaka ortadan kalkması gerekiyordu. Bolşevikler’in iktidara gelmesiyle
Rusya’da ortaya çıkan iç karışıklıklar, Buhara Hanlığının ortadan kaldırılması
planlarının bir süreliğine ertelenmesine neden olmuştu. Bolşevikler, darbenin
olgunlaşmasını bekleyen bir general gibi beklediler ve yenilik taraftarı
ceditçilerin sebep olduğu şartların Ruslar’ın lehine olgunlaşmasıyla, son
darbeyi vurmak üzere, 29 Ağustos 1920 yılında Buhara’nın merkezine doğru hücuma
geçtiler. Buhara’nın 2 Eylül’de Ruslar’ın eline geçmesi ile, Osmanlı
Devletinden sonra en uzun ömürlü Türk devleti olan Buhara Hanlığı, resmen
yıkılmış oldu.
Ülkesinin
bağımsızlığını Ruslar’a karşı savunamayan Emir Alim Han Doğu Buhara’ya çekilmek
zorunda kaldı. [14] Silah yardımı almak üzere gittiği Afganistan’dan tekrar
ülkesine dönemedi ve 1944 yılında [15], göz altında tutulduğu Afganistan’ın
başkenti Kâbil’de vefat etti.
Kendi
ülkesi dışında sürgün hayatı yaşamak zorunda kalan Alim Han’ın en çok
tartışılan yönü ceditçilere karşı tutumu ve beraberinde götürdüğü iddia edilen
hazinesidir.
Afganistan
hayatı hakkında fazla bir bilgi bulunmayan hanın, sanıldığı gibi bir
hazinesinin olmadığı son dönemde elde edilen bilgilerden anlaşılmaktadır. Alim
Han ölmeden önce 1944 yılında bir vasiyetname bırakmıştır. Bu vasiyetnamesinde
kendi yerine geçecek olan kişiyi belirlemekle beraber çok tartışılan maddi
varlığına da açıklık getirmiştir.
Amerika
Birleşik Devletleri’nde yaşayan büyük oğlunun şahsi eşyaları arasında bulunan
ve bu güne kadar yakın çevresi dışındakilerin habersiz olduğu bu vasiyet [16]
bir çok gerçeği gün yüzüne çıkarmaktadır. Özbekistan halkı tarafından da
yakından takip edilen ve merak edilen Alim Han’ın maddi varlığını da açığa
çıkarması açısından önemli bir tarihi belge niteliğindedir.
Tarihimizde
pek bilinmeyen bu dönem hakkında önemli bir belge niteliğinde olması
dolayısıyla bu vasiyetnamenin tarih literatürüne geçirilmesini tarihi bir
sorumluluk olarak görüyorum. Bu nedenle vasiyetnamenin Farsça’dan Türkçe’ye
tercüme edilen tam metni aşağıda verilmiştir.
Bismillahirrahmanirrahim
Bütün nefisler ölümü tadacaktır. Dünya fanidir, kimseye vefası yoktur ve
kimseye kalmaz. Ve her şey Allah’ın yaratıcılığının delilidir. Ölüm Allah’ın
kullarını her zaman için pusuda bekler. Bu aciz kişi uzun zamandan beri
hastadır. Bu gerçeğe bağlı olarak yaşamın bir emanet olduğunu anladım, ki ister
istemez bu canı Allah’a teslim etmek gerekir. Bu nedenle ailemin gelecekteki
temsilcisi ve sorumlusu olması açısından kendi yerime birini atamam zorunlu
görülmektedir. Aklım ve şuurum yerinde olmakla birlikte, sağımı solumu tanıyor
durumdayım. Çevremi fark edebilecek durumdayken büyük oğlum Seyit Mir Ömer’i
kendi yerime tam yetkili olarak vekil tayin ediyorum. Eğer yüce Allah’ın
izniyle ülkemiz Buhara-i Şerif istiklaline kavuşursa ve orada bir İslam devleti
kurulursa, geride kalan vefalı halk bana duyduğu vefa gereği büyük oğlum Mir
Ömer’i Buhara’nın emirliğine seçsinler.
İkinci
olarak, şahsi meselelerimi ilgilendiren işler, burada alınan karara ve
zikredilen rakamlara binaen yürütülsün. Emirlik yapmakta olduğum 1338 Hicri
Kameri senesinde [17] 119300 cilt Karakul derisini ve bunun yanında 15376 cilt
Takar derisini (631 balya olarak) hizmetimde bulunan Musemiyan Torekulbay
Toksaba, Veledi Seferbay Kari Mirzap Miri Ahur ve Kari Muhiddin adındaki üç
kişi vasıtasıyla Londra’ya gönderdim. Maalesef bu zamanda ülkemde inkılap
meydana geldi ve bu olay neticesinde kardeş ülke Afganistan’a hicret etmek
zorunda kaldım.
Bu
esnada İngiltere’den bana haber geldi. Zikredilen mallar hizmetimdekiler
vasıtasıyla satılmış ve bu malların yaklaşık meblağı olan 2 milyon Hint
Ruphi’si, bu kişilerce Hindistan bankalarına yatırılmış. Yanımdaki
yardımcılarım mektup yazarak ilgili paranın bana gönderilmesini talep ettiler.
Fakat onlar (Londra’ya gönderilen kişiler) bu parayı inkâr ettiler. Bunun
üzerine, onlardan (yerleştikleri Hindistan’da) davacı oldum ve yaklaşık iki yıl
süren dava sonunda, bana hakkımı ödemeye razı oldular.
Toplamı
2 milyon Ruphi olan paranın 400 bin Ruphisi’ni masraf gösterdiler. Geriye kalan
1 milyon 600 bin Ruphi şu şekilde işlem gördü; 200 bin Ruphi Torekulbay’a
hizmetleri karşılığı verilmesini onayladım. 60 bin Ruphi’yi Kari Mızrap Mir-i
Ahur’a ve 40 bin Ruphi’yi Kari Muhiddin’e hizmetleri karşılığı verdim. Bu
işlemlerden sonra 1 milyon 300 bin benim hakkıma düştü. Bu paradan 500 bin
Ruphisi’nin Saadet-i Vatan hesabına ayrılmasını emrettim. Bu paranın ticaret
yolu ile işletilmesini ve elde edilen kârın da aynı paraya eklenmesini istedim.
Kalan 800 bin Ruphi’yi Hacı İsmail beye devrettim ve bu paranın işletilmesi ile
edilen kârın masraflarımı karşılamak üzere kabile yollamasını istedim. Ama
maalesef Hacı İsmail Peşaver’de vefat etti. Böylece benim paralarım Hacı
İsmail’in ortaklarının tasarrufuna geçti. Hacı Abdulmecit, Hacı Gulamhaydar ve
adı aklımda olmayan iki şahıs Hacı İsmail’in ortakları idi. Bu güne kadar
defalarca mektup yazılıp gönderilmesine rağmen bu kişiler paramı ya da bu
paradan elde edilen kârı bana yollamadılar. Saadet-i Vatan parasına gelince, bu
para yardımcılarım tarafından 660 bin Ruphi olarak gösterilmişti ve Emperyal
Bank ile Grandley Bank adındaki bankaların Peşaver şubelerine yatırılmıştı.
İkinci olarak adı geçen kişiler benim onayımı alarak, bu sermayeden bir
miktarını kullanmak suretiyle, Karakul derisi aldılar ve Londra’ya yolladılar.
Bu deriler satıldığı esnada Hacı İsmail hastalandı ve Hindistan’a dönmek
istedi. Hacı İsmail Londra’daki Yahudi asıllı bir komisyoncuya tüm derilerin
parasını benim adıma Hacı Torekulbay’ın Londra’daki Grandley Bank hesabına
yatırmasını söylemiş. Hacı İsmail Peşaver’e döndüğünde Allah’ın takdiri üzere
vefat etti.
Hacı
İsmail’in ölümünden sonra Hacı Torekulbay, Kâbile benim yanıma gelerek, Hacı
İsmail’in ölüm haberini iletti. Ticari işlerin kötüye gitmemesi için daha
öncesinde Hacı İsmail’e verdiğim vekaleti kendisine vermemi istedi. Fakat ben
daha önce Hacı İsmail’e verdiğim vekaleti Hacı Taşpolat’a verdim. Fakat bir
süre sonra Hacı Taşpolat’ın bu yeni işte liyakatının olmadığını gördüm ve
mezkur şahsı görevden aldım. Daha sonra Hacı Torekulbay tekrar huzuruma çıkarak
vekaletimi vermemi istedi. Bu işler ile doğrudan uğraşmayı kendime uygun
görmediğim için, iyice düşündükten sonra, vekaletimi Peşaver’deki bu şahısa
mecburi olarak gönderdim. Bu vekalet vasıtasıyla adı geçen şahıs ticari
faaliyetlere başlayarak bana aylık 3 bin Ruphi yollamaya başladı. Bir sure
sonra dünya savaşının [18] başlaması üzerine, Hacı Torekul’un ticari
faaliyetlerinden habersiz kaldım.
Uzun
süre bekledim ve daha sonra anladım ki, Hacı Torekul benim vekaletimi
sûiistimal ederek benim paralarımı çarçur etmiş. Şu anda sağlık durumum iyi
olmadığından dolayı tedavim ile meşgul olmaktayım ve bu hususta bir girişimde
bulunamamaktayım. Bir girişimde bulunabilmek için hastalığımın geçmesini ümit
ediyorum. Ölümün bana çok yakın olduğunu hissedebildiğimden dolayı, benden
sonraki kişisel işlerimde kendi yerime büyük oğlum Sait Mir Ömer’i vekil
bırakıyorum.
Lazım
gördüğü üzere Hacı Torekulbay ve çevresi ile hesaplaşıp, Saadet-i Vatan adlı
parayı da ticaret için kullansın. Bu paranın ana parasını tamamladıktan sonra
kârından sadece onda birini alsın. Mekke-i Muazzama ve Medine-i Mükerreme’de
bulunan ve amcamın oğlu Sait Abdulmubin’in tasarrufunda bulunan vakıflarımı da
Sait Ömer’e devrediyorum ve o da İslamî esaslara göre muamele etsin.
Rahmetli
babamın Fransa’daki bir Yahudiye ticaret için vermiş olduğu yaklaşık 300 milyon
Paund Sterlinin (eğer belgeleri bulabilirse) tek varisi Sait Ömer dir. Eğer bu
konuda dava eden olursa davası batıldır. Sait Ömer bu parayı istediği gibi
kullanabilir. Abdullahbek ve Abdulrahim Rahimi’nin şahadetleri ile 10 Şehr-i
Rebiülevel 1363’e [19] denk gelen, 16 Hud (balık burcu) 1322 Salı günü, Zat-ı
Ali Buhara Emiri tarafından yazıldı.
Mühür
ve imza Bu vasiyetten anlaşıldığı üzere Alim Han, vefatı esnasında ciddi bir mal
varlığına sahip değildir. Oysa ki Özbekistan’daki kaynaklarda Alim Han’ın
hazinesinden efsanevi şekilde bahsedilmektedir. Semerkant’da basılan Ayna
Dergisi’nin 1914 yılında çıkan 25 nolu sayısında Alim Han’ın hazinesi hakkında
şunlar yazılmaktadır;
“Buhara
Emiri’nin tasarrufu altında bulunan hazinenin miktarı belki de başka hiçbir
ülkenin hazinesinde yoktur. Bu para 50 alçın [20] uzunluğunda 20 alçın
genişliğinde ve 8 alçın yüksekliğinde bir tepecikten ibarettir. Bu hazinenin
dışında 3 alcın büyüklüğünde, Rus ve Buhara altınları ile türlü paralardan
oluşan başka bir hazine daha vardır [21]”.
Buhara
Hanlığı’nın bu zenginliği başka kaynaklarda da zikredilmektedir. Bir duvar
gazetesinin haberine göre, Buhara işgal edildikten sonra Emirin sarayından on
pudlarca külçe altın, altın eşya ve sikke ile binlerce pud [22] gümüş ve başka
ülkelere ait gümüş paralar ile çeşitli değerli eşyalar bulunmuştur [23]. Bu
gazete haberini ve hazinenin Ruslarca talan edilişini, Kahraman Recebov
adındaki bir tarihçi arşiv belgelerine dayanarak hazırladığı makalede
doğrulamaktadır. Bu makalede yer alan bilgilere göre Alim Han, 1917 yılında
Kuşbegi Mirza Nasrullah’ı hazinenin kaydını çıkarması için görevlendirmiştir.
Bu sayım sonucuna göre Buhara hazinesi; 1 148 380 tane Buhara altını, 4 635 100
som Rusya altını, 1 108 pud Hamburg altını, 2 844 pud Hamburg gümüşü, 1 835 pud
Rusya gümüşü, 62 834 780 tane Buhara gümüşü, 731 pud Buhara bakırı, 16 pud toz
altın ve 864 pud Rusya gümüşünden ibarettir.
Ayrıca
Alim han ve yakın çevresine ait değerli taşların da kaydı alınmış ve bu
taşların da 13 067 grattan ( 1 Grat 0,2 gram) ibaret olduğu zikredilmiştir.
Moskova’ya gönderilen bu hazinenin yaklaşık miktarı 77 milyon altın som dur.
Günümüzdeki kurlar ile 80 milyar dolara denk gelmektedir [24].
Buhara’nın
Ruslar tarafından işgal edilişinden sonra bu altın, gümüş ve değerli eşyalar 13
yük vagonu ile Rusya’ya gönderilmiştir. Ayrıca bir çok altın ve değerli eşya,
Rus askerleri tarafından talan edilmiştir. [25] Acaba Alim Han bu hazineden ne
kadarını kendisi ile götürmüştür. Ya da hiç götürebilmiş midir?
Alim
Han’ın hatıratından, Emir’in Buhara’yı 25 bin kişilik bir kafile ile terk
ettiği anlaşılmaktadır [26] Emirin 25 bin kişilik gibi büyük bir grup ile
Buhara’dan ayrılması beraberinde hazinenin bir miktarını götürdüğü fikrinin
ortaya çıkmasına neden olmuştur. Emirin Buhara’dan ayrılışı sırasında ne kadar
altını kendisi ile götürdüğü ya da götürüp götüremediği hakkında farklı
görüşler mevcuttur. Emir’in Buhara’yı terk edişi sırasında, yukarıda bahsedilen
hazineden 100 arabalık bir kısmını kendisi ile götürmeye muvaffak olabildiği,
Rusların takibi sırasında, bu 100 arabanın da 25 tanesinin Ruslar’ın eline
geçtiği [27] iddia edilmektedir.
Alim
Han’ın vefat ettiği esnada sahip olduğu maddi varlık ile yukarıda bahsedilen
hazine ve beraberinde götürdüğü altınlar arasında bir tezat vardır. Bu
çelişkinin sebebi, Alim Han’ın hazinesini Rus işgalinden ve talanından
kurtaramamasıdır. Başka bir değişle sahip olduğu hazineyi Buhara’dan çıkarmayı
başaramamasıdır.
Şayet
Alim Han iddialardaki gibi bu hazinenin bir miktarını götürmeye muvaffak
olabilseydi, kuşkusuz bu çelişki yaşanmazdı. Oysa Özbekistan’daki yaygın görüş,
Alim Han’ın yüklü bir hazine ile Buhara’yı terk ettiği şeklindedir. Bu kanaatin
oluşmasının sebebi, Ruslar’ın kendi talanlarını gizlemek için, Emirin halka ait
olan hazineyi götürmeye çalıştığı görüşünü yaymalarıdır.
Ruslar,
talan ettikleri Buhara Hazinesi’nin bir kısmını Sovyet yardımı adı altında
Anadolu’ya yollamışlardır. Oysa ki bu paralar Ruslar’ın değil Buhara
Hanlığı’nın ve halkının paraları idi [28].
Alim
Han kendisi ile hiç altın getirmemişmidir? sorusunu, 2005 yılının Temmuz ayında
Alim Han’ın hayatta olan ve vasiyetnamede adı geçen en büyük oğlu, Seyit Ömer
Han ile yaptığım görüşmede sorma imkanı buldum. Ömer Han bu konu ile ilgili şu
ifadeleri kullandı:
“Babam
Buhara’yı terk edince doğu Buhara’ya geldi. Buralar kendisine bağlı olduğu için
burada bulunan paraları topladı ve bu paralar ile Afganistan’a geçti.
Afganistan’a getirdiği paraları da silah gönderme işinde kullandı. Annemin
küpelerini alarak silah alma işinde kullandığına kendi gözlerim ile şahit
oldum” [29].
Bu
ifadeden anlaşılacağı üzere Alim Han Buhara hazinesinden aldığı altınlar ile
değil, kendine bağlı olan Doğu Buhara’dan topladığı bir miktar altın ile
Afganistan’a geçmiş [30] ve bu paraları da ülkesinin işgalden kurtarılması için
yürütülen faaliyette harcamıştır. Yukarıda değindiğimiz vasiyetnamede kendisi
ile götürmeye muvaffak olduğu iddia edilen bu altınlardan bahsetmemiştir.
Ayrıca hatıratında da bu konuda bir bahis olmadığı gibi, ölümü sırasında da
varlıklı olmadığı bilinmektedir. Ayrıca oğullarının Emirin ölümünden sonra
yaşamlarını ekonomik sıkıntılar içinde idame ettirmeleri, yukarıda izah
ettiğimiz vasiyet ve sürgün hayatının mahiyeti Alim Han’ın hazinesinden bir şey
götüremediği, götürdüyse de ciddi bir meblağa tekabül etmediği kanaatinin
oluşmasına sebep olmaktadır. Zira, oğullarına da, iddia edilen bu servetten
herhangi bir şey intikal etmemiştir. Çünkü Alim Han’ın oğulları, Afganistan’da
ve daha sonra gittikleri diğer ülkelerde maddi sıkıntı içinde yaşamlarını
sürdürmüşlerdir.
Günümüzde
dahi Alim Han’ın varislerinden hatırı sayılır maddi olanaklara sahip bir kimse
de yoktur. Alim Han’ın hatıratından anlaşılacağı üzere, Alim Han Afganistan’a
geldiğinde Afgan hükümeti tarafından kendisine ayda 12 000 Afgan Ruphi’si aylık
bağlanmıştır. [31] Bu durum Ömer Han’ın iddiasını güçlendirmektedir. Zira bir
ülkenin padişahı konumunda olan birinin serveti olması halinde böyle bir muameleyi
kabul etmesi beklenen bir davranış değildir.
Doğu
Buhara’dan beraberinde getirdiği altınların, bahsedildiği kadar ciddi bir
miktara tekabül etmediği de anlaşılmaktadır. Bazı çalışmalarda ve halkın
dilinde olan bu yüklü miktarlar, Sovyetler tarafından uydurulmuş, Ruslar kendi
yaptıkları talanı gündemden düşürüp hedef şaşırtmaya çalışmışlardır. Ayrıca bu
iddiaları Ruslar, Emir karşıtı propaganda bir malzeme olarak başarılı şekilde
kullanmıştır. Şu an İngiliz bankalarında yer alan ve vasiyetnamede Saadet-i
Vatan hesabı olarak zikredilen paralardan ve Pakistan’da Alim Han’ın parası ile
kurulan gayrı menkullerden Hanedan üyelerinin yararlanması şu ana kadar mümkün
olmamıştır.
Sonuç
olarak, Alim Han’ın büyük sayılabilecek bir hazineye sahip olduğunu ve bu hazinenin
Ruslar tarafından talan edildiğini söylemek mümkündür. Ayrıca, Alim Han’ın
kendisi ile götürdüğü iddia edilen servetin gerçekte var olmadığı, bu
iddiaların Ruslar tarafından propaganda aracı olarak kullanıldığı söylenebilir.
Alim Han hazinesinden bir miktarını götürmeyi başarmışsa da bu miktar
abartıldığı kadar değildir. Çünkü Emirin Afganistan’daki sürgün hayatı,
hatıratı, vasiyetnamesi ve dönemin canlı tanıkları bu iddiaları
yalanlamaktadır.
Rus
yanlısı olmayan fikirlerin söylenmesine müsaade edilmediği Türkistan
topraklarında bağımsızlık sonrası farklı görüşler ortaya çıkmaya başlamıştır.
Yıllarca haklı yada haksız yere kötülenen ve Afganistan’daki hayatı hakkında
fazla bilgi bulunmayan Alim Han hakkındaki iddialara farklı bir bakış açısı
getirmesi ve bilinmeyenleri ortaya çıkarması açısından, orijinal belge
niteliğindeki bu vasiyetin, bağımsızlık sonrası ortaya çıkan Türkistan tarihini
yeniden değerlendirme sürecine olumlu katkı sağlayacaktır.
GünTürk
/N. Hatunoğlu
————————————————————————
Kaynakça
Alim
Han, Tarih-i Huznil Milel-i Buhara,
Maigonneuve
Freres Editeures, E. Rue Du Sabot, Paris
VI.
ÂLİMÎ, Said Mansur, Buhara Gehvare-i Türkistan, Merkezi Neştiyat-ı İslâm Yay.,
Peşaver 1997.
Ayna
Dergisi, Sayı 25, Yıl 12 Nisan 1914.
DANİŞ,
Ahmet Mahdum, Risale Ya Muhteser-i ez Tarih-i Saltanat-ı Hanedan-ı Mangıt, Haz.
Abdulgani Mirzayof, Tacikistan Devlet Neşriyatı, Stalinabad 1960.
HAYİT,
Baymirza, ,Türkistan Rusya ile Çin Arasında, Otağ Yayınları 1975.
KAYOĞLU,
Sukuli, Türkistan İstiklal Hareketine Karşı Buhara Emiri (Yeni Türkistan
Mecmuasının 5-6 sayfalarından ayrı basım), Resimli Ay Matbaası, İstanbul 1927.
Özbekistan
Avazı Gazetesi, 14 Ekim 1993.
RECEBOV,
Kahraman , “Emir Şahmurad Yahud Emir Masum” Buhara Mevclerı,Yıl 2006, No 1.
RECEBOV,
Kahraman, “Buhara Altınları Hakkıda Yahud Ortak Frunze İşi”, Buhara Mevclerı ,
Yıl 2001, No 1 Rusta Gazetesi