Unvanı
Prof. Dr. olan bir sosyolog zatın verdiği konferansta, ‘’Esasen Türk diye bir
ırk yoktur. Bugün kaçımızın atası, dedesi Orta Asya’ dan gelmiş’’diyor ve şöyle açıyor:
‘’Sonuçta
milletin ne olduğu, siyasilerin kararı ile
içeriği doldurulan bir şeydir. Milletin içeriği, muhtevası, tanımı o
siyasiler tarafından yapılmış sonuçta. Sana demişler ki, sen Türk’sün. Ne demek
Türklük? İşte Orta Asya’dan gelmiş. Türk dediğin bir sentezdir zaten. Türk diye
bir ırk yok.’’
Durum
bu ise, sormak gerekir: Türkiye Cumhuriyetini kuran o asil insanlar, tarihsel
çizgiyi izlemekten başka bir şey mi yaptılar? Bin yılları içerir tarihi süreçte
kurulan on altı Türk Devleti birbirinin devamı değil midir? Göktürk de bir Türk
devleti, Selçuklu da bir Türk Devleti, Osmanlı da bir Türk devleti. Aslında
resmi adı Göktürk değil,’’Türk kağanlığı’’olan bir devletin diktiği ve ‘’Türk
Oğuz Beyleri’’diye başlayan, Orhun Abideleri’ni nereye koyacağız? Selçuklu
sultanı Tuğrul Bey 1043’te Halife Kasım’a gönderdiği mektupta kendisini şöyle
tanıtır: ‘’Ben, hür insanların evladıyım ve Hunların kral hanedanına mensubum’’
Yani Oğuz Han’ın soyundanım demektedir. Bu söylemi yok mu sayalım?
Karahanlı
soyundan prens Kaşgarlı Mahmut, 25 Ocak 1072’de yazmaya başladığı ve 10 Şubat
1074’ de bitirdiği Divanü Lügati’t- Türk’te şöyle demektedir:’’Allah’ın devlet
güneşini Türk burçlarında doğurmuş olduğunu ve Türklerin üzerinde göklerin
bütün dairelerini döndürmüş olduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi ve
yeryüzüne hâkim kıldı. Cihan imparatorları Türk soyundan çıktı. Dünya
milletlerinin dizgini Türklerin eline verildi. Türkler, Allah tarafından bütün
kavimlere üstün kılındı. Haktan ayrılmayan Türkler Cenabı Hak tarafından hak
üzerine kuvvetlendirildi.’’
Ve
Kaşgarlı Mahmut, Bağdat’a Abbasi Halifesine sunduğu bu eserinde Türklüğün yeni
bin yıldaki cihanı kaplayan idealini ifade eder. Yüce Peygamberimizin:’’ Ulu
Tanrı; benim bir ordum vardır ki onlara Türk adını verdim. Onları doğuda
birleştirdim. Bir millete kızarsam cezalandırmak görevini onlara
veririm.’’buyurmuştur. Yüce Tanrı: T ürkçe öğreniniz, çünkü Türkçenin uzun bir
saltanatı vardır…’’diye müjdelemiştir. Bu beyanlar yüz senede Türklüğün Çin
sınırından Akdeniz’e inmesinin ardındaki iman, kararlılık, kültür ve milli
iradenin akılla hayata uygulanmasıdır. Bu söylemler yok hükmünde midir?
Fetih
yaşayan dönemin tarihçisi Aşıkpaşazade fethin ertesini şöyle anlatır: ‘’Fethin
evvel Cuma günü Ayasofya’da cuma namazı kılındı ve hutbe-i İslam okundu. Sultan
Gazi Mehmet adına kim ol Murat Gazi Han oğludur. Ve ol Gazi Mehmet Han oğludur.
Ol dahi Sultan Beyazıt Han oğludur ve ol dahi Murat Gazi hünkâr oğludur. El
Halil Gökalp neslidir kim Oğuz Han oğludur.’’Batı kaynaklarında Anadolu 11.
Yüzyıldan itibaren Türkiye, 15. Yüzyıldan itibaren Batı haritalarında Osmanlı
Devleti’nin bulunduğu coğrafyanın adı Türk İmparatorluğu’’ adını taşıyor.
Sultan Abdülhamit Han’a anayasa getirildiğinde
‘’Bu Türk’ün menfaatine olur mu?’’
Bilmiyorum’’ diyor. Bu yaşanmış gerçekleri inkâr mı edeceğiz?
Avusturya
Arşidükü Birinci Ferdinand’ın elçisi Busbecq şöyle demektedir:’’Fakat bu düşman
Tanrı’nın gazabı sonucunda bize karşı gönderilmiş bir bela ise, eski zamanlarda
Atilla, büyük babalarımız zamanında Timur, şimdide Osmanlı tufanları gibi…
Böyle müthiş akınlara karşı hiçbir şey set oluşturamaz.’’ Yani Batılı; Atilla,
Timur ve Kanuni’nin aynı milletten çocukları olduğunu biliyor. Türk’ün adını
vurgulayan bu adları ve yaşanmış vakaları, akademisyen bir kimliğin nasıl inkâr
edebileceğini düşünmek ne kadar etik veya ahlaki olabilir?
Bu
noktada sözü, bilimsel bir sorgulamayla konuyu irdeleyen Yümni SEZEN-Prof. Dr.-
hocamızın yazılarından özetleyelim:
…Türk
ırkı yoktu da Allah Resulü’nün kaldığı çadır olan Türk çadırındaki –
Kubbetü’t-Türk—Türk, Arabistan da bir sentez mi idi? ‘’Onlar size dokunmadıkça
Türklere dokunmayın’’hadisindeki Türk kimdir?
Mevlana Celaleddin’e o zaman da niye Farsça yazıyor, demiş olmalılar ki,
buna dair bir dörtlüğü var. Latin harfleriyle:
‘’Bigâne
megirid merazin küyem,
Der
küy-ı şüma hane-i hod miçuyem,
Düşmen
neyem herçend ki düşmen rüyem,
Aslem
Türk est, eğerçi Hindugüyem’’.
Son
iki mısranın Türkçesini söyleyelim:
‘’
Her ne kadar düşman yüzlü görünüyorsam da düşman değilim,
Her ne kadar Hintçe-Farsça- söylüyorsam da
aslım Türk’tür.’’
Mevlana Türk ırkının olmadığını kastederek
mi aslının Türk olduğunu söylüyor?
‘’Türkler
öldürülebilir, fakat mağlup edilemez’’diyen Batılı mütefekkir kimi kastediyor?’’İdraksiz
Türkler diye hakarete yeltenen İranlı kimden söz ediyor?
Orhun
abidelerinde geçen Türk kimdir? Çin kaynaklarında geçen Türkler kimlerdi acaba?
Onlarca Batılı-Doğulu bilim adamının sözünü ettiği, araştırıp sonuçlarını
yayınladığı Türk yok mu? Bugün gözle görüp elle tuttuğumuz Azeriler, Özbekler,
Karakalpaklar, Tatarlar ve diğerleri, ayrı ayrı ırk olmadıklarına, çünkü aynı
biyolojik gruptan, aynı örf ve adetler zümresinden olduklarına göre, bunlar
aynı ataların çocukları değil midirler ve bu atalar kimdir? Tarihin bize
öğrettiklerini inkâr mı edeceğiz? Atalar grubu kollara ayrılmışsa yahut hayat
yolu üzerinde aralarına başkaları karışmışsa, bu atalar yok mu oluyor? Saf ırk
yok demek başkadır, şunlar şunlar yok demek başkadır. Irkçılık yapılmamalı
demek başkadır, ırkları yok farz etmek başkadır. Teker teker şahısların
geçmişte kim olduklarının, kesin olarak bilinemeyeceğini, soy soplarının
belirlenemeyeceğini söylemek başkadır, fakat bunların aidiyetini ifade eden bir
kavmin varlığını belirsizleştirmek daha başkadır. Hepsine müşterekleri
yerleştirilmiş olan bir gerçek, beşeri varlık değil de bir hayalet midir? Gelip
Anadolu’yu Türkleştirmiş ve Müslümanlaştırmış olanlar, gökten yere inmediler.
Kim, neden, nasıl buradakileri kendine benzettiler? Bunu yapabilmiş olanlar,
yoksa gerçekte yok muydular? Var idiyseler kimlerdi? Anadolu bir kültür teknesi
ise, maya kimdir? Mozaik bir topluluktan böyle bir sonuç çıkar mı? Bu bir
sentez midir, yoksa unsurlar olarak zenginleşen ve fakat bir merkez etrafında
toplanan millet aday mı idi? Anadolu neden Türkleşti de, Araplaşmadı, Ermenileşmedi,
Rumlaşmadı? Mozaik de olmadı. Bir yerde gerçekten mozaik varsa, o, bir toplum
olmamıştır. Sosyolojide mozaik diye bir toplum tipinden söz edilemez. Çünkü
gerçeği yoktur.
İki
tür üreme teorisi vardır. Biri tek kökenden, bir tek çiftten üreme-monojenez- ;
diğeri çok yerde, bir birinden ayrı çiftlerden üreme-polijenez-.Tevhit dini
birincisini ifade etmiş, bilim de bunu kabul etmiştir. İdeolojiye veya art
niyete esir olmayan antropologlara, Carle Zimmerman, P.A. Sorokin, Hans Freyer
gibi büyük sosyologlar başta, yüzlerce sosyologa bakılırsa, insanlar bir
çiftten üreyip yayılmışlardır. C.Zimmerman ki aile sosyolojisinin büyük
uzmanıdır, ilk grubun bir aile olduğu üzerinde durur. Yeryüzüne dağılırken,
kardeşler, yeni kardeşlere, aileler yeni ailelere ayrılıp durdu, dallanmalar
sürüp gitti. Gerçekte aynı kökten gelen insanlar, dal budak sarınca, yeni
kardeşler ve onların çocukları, kendilerini, çok uzağa değil, daha yakın –iki
üç bin yıl gibi-atalara bağlamışlardır.
İki
kardeş düşünelim. Bir örnek geçmişe veya şimdiki zamana ait olabilir. Bu iki
kardeşin çocukları ve onlardan üreyen torunlarının torunları birbirini tanırlar
mı? Dal budak salmış aileler farklı birer grup oluşturmuşlarsa, bu gerçeğe ırk
deyin, etnik grup deyin, başka bir ad verin, ne fark eder? Oluşum bir
gerçektir. Çok gerilerde de akraba olan bu gruplar ikliminin, beslenme
şekillerinin, kestiremediğimiz tabiat ve topluluk şartlarının etkisiyle, çoğu
kez hücre içi mutasyonlarla-ani sıçramalar, değişmeler- oldukça farklılaştı.
Deri renkleri, kemik yapıları, göz renkleri, boy postları farklılaştı. Bugün
iki kardeş birbirinden farklı değil mi?
Örf-adet, dil, alışkanlık, inanç sistemi gibi paralel farklılaşmaları.
Yani kültürel farklılaşmaları söylemeyi bile zait görüyoruz. Böylece kavimler
teşekkül etmiştir. İnsanlık hiçbir zaman sürü hayatı yaşamamış olduğuna göre,
bunlar yol üzerinde zaruri oluşumlar olmuştur.
Göçebelikten tarıma geçince, yerleşik medeniyetler kurunca, ileride
vatan kavramı gerçekleşince, bu gruplar millete doğru gitmiş olacaktır. Geriye
doğru gittikçe, farklı değil, aynı yere çıkıyor denecekse, bu, bütün kavimler
için geçerlidir. Irk yoktur derken bu kastediliyorsa, bu durum herkes için
geçerlidir. Türklere neden tahsis edelim. Bu bakış tarzıyla Grek de yoktur,
Germen de yoktur, Arap da yoktur, Fars da, Hint de, Latin de vs. yoktur demek
gerekir. Sadece Türk ırkı yoktur demek, bilimsellikten uzak, ya bir cehaletin,
ya bir kasıtlı projenin ifadesi olmaz mı? Gerçekte yoktur dediklerimizin hepsi
vardır, Birer doğal ve sosyal sürece tabi olarak varlıklarını devam
ettirmişlerdir. Bu açıdan Türkler, hem bir ırk, hem iri kıyım bir etnik
grup-kavim- , hem millettirler. Millet
olabilmiş diğer bütün toplumlarda olduğu gibi, kavim, millet, her biri süreçte
oluşmuş safhalardır. Şu anda dünyada çok sayıda etnik grup var. Fakat bunların
bazıları millet olabilmiş, birçoğu da milletlere katılıp kültür zenginliğini
oluşturmuşlardır.
***
Anlaşılan
o ki, bazı kimseler, kin ve nefretlerini gizleyip, altan alta iş görmenin
dayanağı olması için belli alanlarda akademisyen olmuşlardır. Bazılarının da
siyasete girmesi aynı sebeptendir. Bunlar ve diğerleri, ya dini, ya bilimi
istismar etmektedirler. Fertler gibi, toplumlar, siyasi organizasyonlar
hayatlarında az veya çok hata yapabilirler ve yapmışlardır. Bunun dışında
kalmış bir kimse ve millet yoktur. Fakat bunları bahane ederek, kin ve intikam
hırsına kapılmak, din veya bilim gerçeğini perde yaparak saptırmak, düşmanlık
etmek, adalet fikrini yıkar. Kutsal kitabımız öyle diyor:
‘’…Bir
kavme olan kin ve düşmanlığınız, sizi adaletsizliğe itmesin…’’
Maide 8
TÜRKAV
İSTANBUL ŞUBE BAŞKANLIĞI