Son zamanlarda ortaya çıkan bilgilerden,
Anadolu’ya gönderilen altınların, Bolşevikler tarafından yıkılan Buhara
Emirliği’nin hazinesine ait altınlar olduğu ortaya çıkmıştır.
M. Kemal Paşa, 26 Nisan 1920'de, Meclis'in
açılışından hemen üç gün sonra yazdığı mektupla, Sovyetler Birliği'nden silah,
cephane ve malzeme yanında para da istemiş, gönderdiği mektubuna cevap
beklemeden 11 Mayıs'ta Rusya'ya bir de heyet yollamıştır.
Bu talep üzerine Sovyetler, 1920 yılından
itibaren belli aralıklarla Ankara Hükümeti’ne cephane, savaş malzemesi ve para
göndermiştir. Sovyetler Birliği'nin gönderdiği yardımın önemli kısmı, 16 Mart
1921'de Moskova Antlaşması'nın imzalanmasından sonra gerçekleşmiştir.
Sovyetlerden temin edilen nakdi yardımlar üç yıl itibariyle aşağıdaki gibidir:
1920
yılında; 3.066.800 adet Altın Ruble ve 100.000 adet Osmanlı Altını.
1921
yılında; 9.800.000 adet Altın Ruble.
1922
yılında; 4.600.000 adet Altın Ruble.
Sovyet yardımı olarak bilinen bu paraların
gerçekte Buhara halkı tarafından bağış yoluyla toplanan paralar olduğu anlatıla
gelmiştir. Ancak bu bilginin doğruluğu tartışmalıdır. 1868 yılından beri Çarlık
Rusyası işgali altında sıkıntılı bir hayat sürmüş olan Buhara halkının, bu
dönemde yüz milyon altın ruble bağışlayacak bir maddi güce sahip olması pek
akla uygun görünmemektedir. Son zamanlarda ortaya çıkan bilgilerden, Anadolu’ya
gönderilen altınların, Bolşevikler tarafından yıkılan Buhara Emirliği’nin hazinesine
ait altınlar olduğu ortaya çıkmıştır.
Buhara
Cumhuriyeti’nin ilk ve son cumhurbaşkanı olan Osman Kocaoğlu, Sovyet Yardımının
Hikayesini Anlatıyor
Buhara Cumhuriyeti’nin ilk ve son
cumhurbaşkanı olan Osman Kocaoğlu 1972 yılında Yakın Tarihimiz Dergisi’ne
yaptığı açıklamalarda yardım hadisesini aşağıdaki gibi anlatmıştır:
“1920
yılında Buhara Cumhuriyeti kurulduktan sonra, ben ilk cumhurbaşkanı olarak,
yanıma başvekilimiz rahmetli Feyzullah Hoca’yı alarak Sovyet Rusya büyükleri ve
bu arada Lenin ile temasta bulunmak üzere Moskova’ya gitmiştim. Bizden bir
müddet önce, temmuz ortalarında Türkiye’den de milli hareketi temsil eden ilk
heyetin Bekir Sami Bey’in başkanlığında Moskova’ya gelerek Lenin, Çiçerin ve
Karahan ile, bilhassa yardım temini konusunda müzakerelerde bulundukları
anlaşılıyordu.
Nitekim,
Kremlin Sarayı’nda kendisi ile görüştüğümüz gün Lenin, önem verdiğini
hissettirdiği “Türkiye”den söz açarak, bana
“-
Ankara’dan bir Türk heyeti geldi. Vaziyetlerini anlatarak acele yardım istedi.
Bu hususta sizin fikriniz nedir? “ dedi.
Hiç
tereddüt etmeden kendisine:
“-
Elbette yardım etmek gerek… ve vakit geçirmeden yapılmalıdır.” deyişim üzerine
bu işte zaten kararlı olduklarını, fakat bazı zorluklarla karşılaştıklarını
belirten bir ifade ile,
“-Yardım
meselesi için bizi düşündüren iki zorluk var.” dedi ve devam etti.
”-
Birincisi Türklerin istedikleri altın para bizde pek azdır.” deyince sözünü
kestim.
“-
Bizde altın para vardır! dedim. Verebiliriz de…”
Lenin
memnun olduğunu belirten bir baş eğişiyle devam etti.
“-
İkincisi, yol meselesidir. Çünkü Türklere yalnız para değil, her türlü harp
malzemesi de vermemiz gerekiyor. Bunları emniyetle Ankara’ya ulaştıracak yol
lâzım! Halbuki Kafkaslar’daki durum dolayısıyle yollar kapalıdır. Ne zaman
açılabileceği malum değildir.”
Biz,
bu hususta ayni kanaat ve fikirde olduğumuzu söyleyerek ilave ettim:
“-
Kafkaslar’da kurulan cumhuriyetlerle anlaşmak mümkündür. Bu bölgede Müslümanlar
çoğunluktadır. Gürcüler de menfaatleri icabı Müslümanlara yakındır. Ermeniler
de keza… Çalışılırsa müşterek bir yol bulmak imkanı vardır.“ dedim.
Ayrıca
paranın miktarını tespit etmek icap ediyordu. Bunu mütehassıslar tespit
etsinler dedik ve bizim -aynı zamanda Hariciye Nazırı olan- Başvekil Feyzullah
Hoca ile Rus mütehassıslardan mürekkep bir heyete havale ettik. Bu heyet uzun
müzakereler sonunda yardım miktarını en az yüz milyon altın ruble olarak tesbit
etti. Tekrar Lenin’le buluştuk. Lenin bu sefer yaptığımız konuşmada sözü tekrar
para konusuna getirerek ne kadar verebileceğimizi sordu.
“-
Yüz milyon ruble…” dedim.
Lenin
tekrar etti:
“-Yüz
milyon mu?”
“-Evet…
Derhal verebiliriz!”
Çarlık
zamanından kalma altın rublelerimiz çoktu. Buhara hazinesindeki bu paraya
Ruslar el sürmezler, dokunmazlardı. Buhara bir Çar emâreti olduğu halde, idari
ve mali işlerde müstakildi. Bu sebeple bizde altın belegan mâbelâg (haddinden
fazla) çoktu.” (Yakın Tarihimiz, Cilt.1, shf.292-293)
Lenin’le bu şekilde mutabık kaldıktan
sonra heyet Buhara’ya geri döner. Para yardımı meselesini meclise götürürler. O
sırada Buhara’nın nüfusu dört buçuk milyondur. Buhara parlamentosu Türkiye’ye
yüz milyon altın ruble yardımını tek itiraz sesi yükselmeden oy birliğiyle
alkış ve tezahüratlar altında kabul eder.
Parlamentonun bu kararının hemen ertesi
günü gereken muameleleri tamamlayarak parayı, Ankara’ya yetiştirilmek üzere Rus
hazinesine teslim ederler.
Bu
hadiseyi, Türk subayı Raci Çakırgöz’de hatıralarında anlatmaktadır. 1. Dünya
Savaşında esir düştüğü Ruslardan kaçarak Türkistan’a gelen ve Taşkent’te
öğretmenlik yapmakta olan Raci Çakırgöz, “Çarlık ve Bolşevik Rusya’da 10 Yıl”
adıyla yayımlanan hatıralarında, Sovyet yardımları olarak bilinen yardım
hakkında aşağıdaki hususları yazmaktadır:
“Ben
Taşkent’teyken Buhara Geçici Hükümeti’nin İstiklal Savaşı vermekte olan, Ankara
Hükümeti’ne para yardımında bulunduğunu haber aldım. Maalesef bu yardım bizim gazetelerde
Rus para yardımı şeklinde geçmiştir. Ancak son zamanlarda yetkili kimseler bu
olayın içyüzünü aydınlatmışlardır. Türkiye’ye bu yardımın yapılmasında en büyük
rolü oynayan kimse, o sırada Maliye Nazırı olan Osman Hoca (Kocaoğlu) idi.
Osman Hoca 1921 yılında ilan edilen Buhara Cumhuriyeti’nde Cumhurbaşkanlığı
görevinde bulunuyordu. Sonra 1923’te Afganistan’a ve oradan da Türkiye’ye
geçti. 28 Temmuz 1968’de İstanbul’da vefat etti.
Sonradan
öğrendiğime göre Buhara Hükümeti’nin Ruslar aracılığıyla Türk Hükümeti’ne
yaptığı 100 milyon altın rublelik yardımdan, Ankara Hükümeti’ne ancak 10 milyon
altın ruble ulaşabilmiştir. Ruslar, geri kalan 90 milyon altını, herhalde
aracılık ücreti olarak almış olacaktır!
Esasen
Ruslar, Buhara halkından ve saraydan topladıkları 12 vagon dolusu altın ki,
aralarında çok ağır bir altın avize vardır. Ziynet ve çok kıymetli kuzu
derilerini Moskova’ya götürdüler. Bu kuzu derileri ‘astragan’ı sağlayan
Buhara’nın koyunları, Karakul denen gölün civar mıntıkasında, üretiliyordu.”
(shf.68)
Buhara
Emiri Alim Han’ın Terkettiği Hazine
“Genç Buharalılar” hareketinin
Bolşeviklerle birlikte yaptıkları darbe sırasında Buhara Emiri, Alim Han’dır.
İktidarını kaybeden Alim Han, 1 Eylül 1920’de Buhara’dan kaçıp Afganistan’a
sığınmak zorunda kalır. Ardında ailesinin bir kısmını ve Buhara hazinesini
bırakır. Özbek yazar Nabican Bakiyev, Sovyet istihbarat arşivlerinden
yararlanarak yazmış olduğu “Enver Paşa’nın Vasiyeti” adıyla yayımlanan
kitabında, Emir’in hazinesine el konulması olayını aşağıdaki gibi anlatır:
“Emir
Alim Han, Buhara’yı terk ettiğinin ikinci günü Sitare-i Mahı (Saray) Ruslar
tarafından işgal edilir. 2 Eylül 1920’de Buhara iç şehri tamamen Bolşevikler
tarafından ele geçirilerek kontrol altına, Emirin aile fertleriyle, yakınları
gözaltına alınmıştır. Bu arada ihtilalcıların bir kısmı Kuşbeği başta olmak
üzere, reisi, kadıyı, saray memurlarıyla, Emirin aile fertlerinin öldürülmesini
istemektedirler. 2 Eylül 1920’de Kızılordu askerleri tarafından esir alınıp,
sorgulanan Kuşbegi Osman Beg verdiği ifade de şunları söyleyecektir.
“Beni
hayrete düşüren o ki, Emir Alimhan hazineden bir tek lira (teng) dahi almamış
olmasıdır. Bütün hazine, altın ve gümüş paralar, takılar mahzendeki özel
yerlerinde duruyordu. Onları saymak mümkün değildi”.
Sonradan
Emir’in kendi ifadesine göre, hazinede otuz iki çuval padişah sikkesi, altın
ziynetler inci ve yakut gibi kıymetli mücevherlerin sayısını kendi de bilmediği
gibi, ayrıca 20 bin adette tüfek bulunmaktadır.
Rus
askerleriyle, Kızıl Buharalılar, işgali takiben üç gün boyunca Buhara’da müthiş
bir yağmaya girişirler. Nihayet yağma bittikten sonra, Türkistan işgal komutanı
yağma edilen hazineyi askerlerden imza karşılığında toplamaya başlar.”(shf.86)
5
Eylül 1920’de Rus hükümet yetkilileriyle, Rusya Bolşevik Partisi Merkez
Komitesi temsilcileri ve Buhara İhtilal Komitesi rehberleri karma bir meclis
kurulması konusunda anlaşarak, M. Frunze başkanlığında, Rusya hükümetini
temsilen Kovrov, Buhara komünistlerinin reisi Hüseyinov, Buhara Bakanlar Kurulu
reisi Feyzullah Hocayev, Buhara İhtilal Komitesi sekreteri Aripov’un
katılımıyla bir toplantı düzenlerler. Toplantıda, yağmadan kurtulabilen Buhara
hazinesinin muhafaza edilmesine ilişkin aşağıdaki karar alınır.
“Savaş
devam derken, Buhara cumhuriyetinin hazinesi yağma edilme tehlikesiyle karşı
karşıya bulunduğundan ve onları korumak zor olduğu göz önünde tutularak, Buhara
Devrim Komitesi olarak, hazinenin Semerkant veya Taşkent’teki bankalarından
birinde geçici olarak muhafaza edilmesini Rusya hükümetinden rica edilmesi
kararına varmıştır”. (shf.88)
Bu
kararın ardından Buhara hazinesi önce Sermerkant’a, oradan da daha sonra
Moskova’ya nakledilir. 100.000.000 altın ruble, Buhara Cumhuriyeti’nin
Başbakanı, aynı zamanda Dış işleri Bakanı olan Feyzullah Hoca tarafından
Moskova’ya bizzat teslim edilir. Kitapta anlatıldığına göre, 1921 başlarında
Kronştat’da çıkan Denizci isyanında, isyancıları korumak amacıyla Buhara’dan
götürülen bu altınlarla silah alınmış, altınlar Bolşevik hükümetinin
kurulmasında önemli bir rol oynamıştır.
Buhara Hükümeti tarafından gönderilen
altının sadece 18.326.800 altın rublelik kısmı, o da üç yıla yayılarak
Türkiye’ye teslim edilmiştir. Türkiye’ye gönderilmesi gereken 81.673.200 altın
ruble tutarındaki Özbek altını, Lenin hükümeti tarafından açıkça gasp
edilmiştir.
Türkistan’dan
Gönderilen Üç Kılıç
İstiklal Savaşı devam ederken, Buhara Halk
Cumhuriyetinden bir heyet diplomatik temaslar yapmak üzere 17 Ocak 1921’de
Ankara’ya gelir. Heyet, beraberinde getirdiği üç adet altın işlemeli kılıç ile
Timur’a ait bir Kuran-ı Kerim’i Mustafa Kemal’e hediye eder. Sakarya Zaferini
tebrik amacıyla gönderilen bu hediyeler karşısında müteessir olan Mustafa Kemal
Paşa, meclis kürsüsünden duygu dolu bir konuşmayı yapar:
“Buhara
ahalisinin Türkiye’deki Türk ve Müslüman kardeşlerine hediye olarak gönderdiği
Kur’an-ı Kerim ile Türkiye Halk Ordusuna nişane-i takdir ve tebrik olarak irsal
eylediği kılınç, Hak din ile hayat-ı hidame-i kuvveti temsil eden fevkalade
muazzam ve kıymetdar iki yadigârdır. Bu emanetleri elinizden alır iken kalbim
heyecan ile doldu. Halkımız ve ordumuz uzaklardaki kardeşlerimizden gelen
teşebbüsat ve tebrikat nişanelerinden, şüphesiz, çok mütehassis ve mesrur
olacaklardır. Dindaş ve karındaş Buhara halkının arzusunu yerine getirmek, bu
Kitab-ı Mukaddes’i millete, seyf-i azizi de İzmir fatihine teslim edeceğim.
Allah’ın inayeti ile İnönü ve Sakarya muzafferiyetlerini kazanan milli ordumuz,
İnşallah pek yakında bu kılıncı da kazanmış olacaktır. Heyet-i muhteremenize de
Türkiye ahalisi ve ordusu, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti namına
teşekkür ederim.” (Hakimiyeti Milliye, 8 kanunusani (Ocak) 1922.)
Kılıçlardan biri Mustafa Kemal Paşa’ya,
diğeri Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya, üçüncü kılıç, 9 Eylül sabahı
İzmir’e girerek Hükümet Konağına Türk bayrağını çeken İkinci Süvari Tümeni 4.
Alayında Bölük Komutanı olan Yüzbaşı Şerafettin Bey ’e verilmiştir. (*)
Utanç
Verici Bir Olay
Türkistan’lı kardeşlerimizin bu unutulmaz
destek ve yardımlarına karşılık, İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde,
hatırlandıkça hepimizin utanç duyacağı bir iş yapılır. Buhara Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı Osman Hoca ülkesi Sovyet işgali altına düşünce, Afganistan
üzerinden geçerek 1923 yılında Türkiye’ye sığınır. Atatürk, Osman Hoca’ yı
sıcak bir ilgi ile kabul eder. Türk vatandaşlığına geçen Osman Hoca, Kocaoğlu
soyadını alır, Osman Hoca’ya milletvekili maaşı bağlanır. Bu maaş Osman
Hoca’nın vefatından sonra kesilmez, eşi ölünceye kadar ödenmeye devam eder.
Atatürk döneminde, Sovyetler Osman Hoca’nın sınır dışı edilmesi için sürekli
tazyikte bulunurlarsa da Atatürk buna direnir. Atatürk'ün ölümünden sonra,
Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü bu baskılara dayanamaz ve 1939 yılında Osman
Hoca’dan 24 saat içerisinde Türkiye’yi terk etmesi istenir. Milli Mücadele’ye
yardım etmek üzere, 100 milyon rublelik altını Türkiye’ye nakletmek için
seferber olan Buhara Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Osman Hoca (Kocaoğlu) 1923'ten
beri vatandaşı olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni terk etmek zorunda kalır. Ancak,
İkinci Dünya Savasından sonra, 1946'da Türkiye’ye geri dönebilir. 1968’de vefat
eden Osman Hoca, Üsküdar Sultantepe'deki Özbekler Tekkesi’ne defnedilir.
(*)
Kahraman yüzbaşının hikayesini “Üçüncü Kılıç” adıyla kitaplaştıran Yrd. Doç.
Dr. Kemal Arı, kitabın tanıtımı için yaptığı bir açıklamada, Şerafettin (İzmir)
Bey 1951´de vefat edince, eşi Siret Hanım’ın “üçüncü kılıcı” İzmir´de açılması
planlanan İnkılap Müzesi´ne verilmek üzere İstanbul Valiliği´ne teslim
ettiğini, fakat kılıcın kaybolduğunu, bu büyük kahramanın adının maalesef
hafızalardan silindiğini söylemektedir.
YARARLANILAN
KAYNAKLAR
Osman
Kocaoğlu, “Rus Yardımının İçyüzü", Yakın Tarihimiz, Cilt.1, Sayı 10 (Mayıs
1972), shf.292-293, 1972.
Raci
Çakırgöz, Çarlık ve Bolşevik Rusya’da 10 Yıl, Belge Yayınları, 1990.
Nabican
Bakiyev, Enver Paşa’nın Vasiyeti, Doğu Kütüphanesi,2006.
Sinan Tavukçu
sinantavukcu@yahoo.com.tr
Kaynak:
Haber 10