Türklere
Anadolu’yu kazandıran, Selçuklu-Bizans Savaşı.
Büyük
Selçuklu Devleti Sultanı Alparslan ile Bizans İmparatoru Romen Diyojen
kuvvetleri arasında, 26 Ağustos 1071 tarihinde, Doğu Anadolu’da Malazgirt
Ovasında meydana geldi. Bu muharebe, dinî, millî, siyasî, askerî neticeleri ve
Türk-İslâm tarihinin en büyük zaferlerinden biri olması bakımından önemlidir.
Selçuklu
Türkleri, Malazgirt Meydan Muharebesinden yıllar önce, Anadolu içlerine gazâ
akınları tertip ettiler. Bu akınlarda, Anadolu’nun, Türklerin yerleşmesine
müsait coğrafî hususiyet ve zenginliklere sahip olduğu tespit edildi. Selçuklu
Türklerinin Anadolu’ya akınları, Bizans Devletini telaşlandırdı. Akıncıların bu
gazâlarında, Anadolu ahalisine terör ve tahribattan ziyade adaletle muamelesi,
zalimleri ortadan kaldırmaları, can, mal, ırz emniyetini sağlamaları, bölge
halkının Selçuklu idaresini gönülden tercih etmelerine yol açtı. Doğu
hududundaki hadiseleri dikkatle takip eden Bizanslı idareciler; ülkelerinin
bütünlüğü ve devletin bekası için tedbir almaya başladılar. Bizans’ın ancak
meşhur tarihi entrikalarla yüzyıllardan beri Anadolu’da hakimiyetini
koruyabilmesi, zulme varan sıkı tedbirleri, halka kötü muamelesi, yerli
ahalinin Türklerin idaresini tercih etmelerini daha da kolaylaştırdı.
Bizans
İmparatoru Romanos Diogenes (Romen Diyojen) iyi bir cengâverdi. Fakat hanedan
mensubu değildi. Askerlik bilgisi, tecrübe ve cesareti, dul Bizans
İmparatoriçesi Eudoxie’nin dikkatini çektiğinden, diğer aday ve teklifleri
reddederek, 1068’de Diyojen’i tercih etmesine sebep oldu. Hanedan dışından bir
şahsın Bizans İmparatorluğuna getirilmesi üzerine asiller, iktidara karşı cephe
aldılar. Ülke içindeki muhalefeti tasfiye etmekle meşgul olan Diyojen, zekâ ve
tecrübesine inandığı şahısları devlet kadrolarında vazifelendirip, Bizans’ın
doğu hududundaki hadiseleri de dikkatle takip ettirdi. Ani ve Kars’ı zaptederek
Ani’nin askerî mevkilerini tahrip eden Selçuklulara karşı, tahta çıkışından,
1071 yılına kadar her yıl sefere çıktı. 1068’de Pozantı’ya, 1069’da Palu’ya
kadar geldi. 1070’te de Kayseri’ye ordu gönderdi. Bu seferlerle, Bizans
ordusunun muharebe kabiliyeti ve tecrübesi arttırılıp, disiplinli olması
sağlandı.
Selçuklu
akınlarının Ege Denizine, Marmara’ya kadar uzanması ve 1071’de Şiî-Fâtımî
Devletinin, İslâm ülkeleri ve Abbasî Halifeliği için tehlike arz etmesi
üzerine, Mısır Seferine çıkan Selçuklu Sultanı, Suriye’de bulunuyordu.
Türklerin Suriye topraklarındaki harekâtını haber alan Bizans İmparatoru
Diyojen, doğuya hareket etti. Hareketinden önce verdiği nutukta azmini şöyle
belirtiyordu: “Doğu hudutlarımızda büyük bir İslâm tehlikesi belirmiştir. Bu
tehlikeyi büyümeden ortadan kaldırmalıyız. Ordunun başında; bu tehlikeyi kesin
olarak kaldırmaya gidiyorum.”
Romen
Diyojen, 13 Mart 1071’de İstanbul’dan 200 000’den ziyade Frank, Norman, Slav,
Gürcü, Abaza, Ermeni ve Rumeli’de yaşayan İslâm dînini kabul etmemiş Peçenek ve
Uz Türklerinden de ücretli asker alarak Anadolu’ya geçti.
Bütün
kaynaklarını seferber ederek hazırladığı ordusuna güvenen Diyojen, Bizanslılara
büyük zaferle dönmeyi vaad ediyordu. Sivas’a gelen Diyojen, bu bölgedeki Ermeni
Prensleri ile ahalisini, toptan öldürttü. Ermenilerin mallarını askerlerine
yağma ettirdi. Sivas’tan hareket etmeden önce, generalleri ile harp meclisi
kurdu. Bu harp meclisinde, muharebenin, alınacak karar, plan ve hedefi tayin
edilecekti. Gerçi Diyojen’in plan ve hedefi kafasında çizilmişti. Bu, Türklerin
Anadolu’ya bir daha akın yapmamalarını sağlayacak bir plandı. İran’ın içlerine
ilerleyecek, Türkleri daha da doğuya sürecek, başşehirlerini zaptedecekti.
İmparator, yalnız Anadolu’yu elinde bulundurmak ve Türkleri yok etmek değil,
bütün İslâm ülkelerini de almaya karar vermişti. Horasan, Rey, Irak-ı Acem ve
Arap, Suriye valiliklerini komutanlarına vermeyi tasarlamış ve hattâ vaad
etmişti. İstilâ edeceği İslâm ülkelerindeki camilerin yerine kiliseler açmayı
ve bu suretle İslâm dinini ortadan kaldırmayı da aklına koymuştu. Harp
meclisinde, generallerden, takip edilmesini lüzumlu gördükleri tekliflerin,
ortaya konmasını istedi.
Sivas’taki
harp meclisinde, yapılacak harekâtın plan ve hedefi hakkında, iki ana teklif
ortaya çıktı. Birincisi; Bizans ordusunun en bilgili ve tecrübeli
komutanlarından Rumeli ordusu kumandanı General Nikefor Bryennes ile iyi bir
stratejist ve tecrübeli bir komutan olan Türk asıllı general Magistors
Tarkhal'dan (Jozeph Tarhchaniotes) geldi. Bu iki general, hudut boylarındaki
tecrübelerine dayanarak, Türklere karşı çok ihtiyatlı harekâta girişmeyi
tavsiye edip, ordunun Erzurum’a kadar ilerleyerek, burada Türk ordusunu
muharebeye zorlayacak ve kışkırtacak bir tertibin alınmasını, bu suretle
muharebenin kendi toprakları içinde yapılarak lojistik desteğin
kolaylaştırılmasını ve Türklerin istifadesine yarayacak her türlü maddî
imkânların tahrip edilmesini teklif ettiler. Bu teklife karşılık, İmparator’a
hoş görünmek isteyen ikinci teklif sahibi muhalif generaller ise, hedefin daha
derin olmasını ve ordunun vakit kaybetmeden Erzurum’a varıp, İran’a yönelmesini
ve Türk ordusu ile nerede rastlanırsa orada, daha ziyade Türk ülkeleri içinde
harp edilerek yok edilmesini teklif edip, birincileri korkaklıkla itham
ettiler. Bu son teklif, esasen Bizans İmparatoru’nun planına uygun düştüğünden,
ordunun doğuya hareketini emretti.
Bizans
ordusunun doğuya hareketini haber alan Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan, Mısır
Seferinden vazgeçti. Suriye’den geri dönüşte, önce doğuya yönelerek, gerekli
savaş hazırlıklarını yaptı. Bu arada karakulakları (casus) vasıtalarıyla da
Bizanslılara, Türklerin Rey’e çekildiği haberlerini yaymakta idi. Nihayet
Diyarbekir’den kuzeye yöneldi ve Bizans’ın beklemediği bir anda, Malazgirt’in
doğusunda ordugâhını kurup savaş hazırlığına başladı. Alparslan, muharebe
azmiyle ordugâh kurarken, önceden, düşmanla dövüşeceğini Bağdat’taki Abbasî
Halifesine bildirdi. Büyük Sultan, savaş başlamadan evvel, Halife El-Kâim'in
(1031-1075) gönderdiği İbnü’l-Mahleban’ı (İbn-i Mühelban), değerli
komutanlarından Sav Tigin’le birlikte Diyojen’e elçi gönderdi.
Sultan
Alparslan’ın heyeti, 25 Ağustos 1071 sabahı, Bizans ordugâhında hafife alınıp,
hakarete uğradı. Diyojen, heyet başkanına; “Kışlamak için İsfahan’ın mı, yoksa
Hemedan’ın mı” daha iyi olduğunu sordu. Sulh teklifini şiddetle reddedip;
“Sultânınıza söyleyiniz; kendileriyle sulh müzakerelerini Rey’de yapacağım, ordumu
İsfahan’da kışlatıp, Hemedan’da sulayacağım” dedi. Heyet başkanı da, Diyojen’e;
“Atlarınızın Hemedan’da kışlayacaklarından ben de eminim, fakat sizin nerede
kışlayacağınızı bilemiyorum” diyerek, gereken karşılığı verdi.
Sultan
Alparslan, muharebe öncesi Halife’den dua talep etti. Abbasî Halifesi,
camilerde cuma hutbesinde Alparslan ve ordusunun muzaffer olması için okunacak
hutbe metni gönderdi. Muharebe gecesi, Alparslan, ayırdığı bir kuvvetle
Bizanslıları, atılan ok ve naralar ile bütün gece tâciz ederek yorgun bir hâle
düşürdü. Selçuklular, Bizanslı safında bulunan Türk asıllı birliklerle temas
kurdu. Onların, Bizans ordugâhından ayrılarak Selçuklu ordusuna katılmalarını
temin etti.
Malazgirt
Muharebesinde Bizans ordusunun kumanda kademesi şu şekilde idi: Merkezde Bizans
İmparatoru Romen Diyojen olup, yanında hassa ve seçkin birlikler vardı. Sağ
kanatta, Anadolu ordusu kumandanı Mikhail Attalicpiates; sol kanatta Rumeli
ordusu kumandanı Nikefor Bryennes; ihtiyatta da Andronikos Doucas vazifeliydi.
Bizans ordusunun taktiği, Türkleri imha etmekti. Sultan Alparslan
kumandasındaki kırk bin kişilik Selçuklu ordusu, yarım hilâl şeklinde tertibat
aldı. Hafif süvâri kıtaları, kanatlara yerleştirildi. Ordu merkezi, düşman
karşısında birleşmeden yavaş yavaş geri çekilecek ve onu hırpalayacak, at
üstünde ok atan süvariler, düşmanın yan ve gerilerine taarruz ederek, Bizans
ordusunu dağıtmaya çalışacaklardı. Taarruza katılan düşman süvarisi ezilerek
geri atılacaktı. Bu şekilde ilerleyen düşman ordusu, karargâhından kâfi
derecede uzaklaştıktan sonra, baskın kıtaları, düşmanın gerilerine taarruz
edecek, asıl ordu da, bir ağırlık teşkil ederek, düşmanın kanatlarından birine
taarruzla, onu yıktıktan sonra saldırıyı diğer kanada çevirmek suretiyle sonuca
gidilecekti.
Selçuklu
Sultanı Alparslan, âlim ve devlet adamlarının tavsiyesiyle, muharebeyi Cuma
günü yapmayı tercih etti. 26 Ağustos Cuma günü askerlerini toplayan Alparslan,
atından inip secdeye vardı; “Yâ Rabbî sana tevekkül ediyor, azametin karşısında
yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda cihad ediyorum. Yâ Rabbî niyetim hâlistir.
Bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!” diye dua etti. Sonra
askerlerine dönerek; “Burada Allahü teâlâdan başka bir sultan yoktur, emir ve
kader O’nun elindedir. Bu sebeple benimle birlikte cihad etmekte veya benden
ayrılmakta serbestsiniz” dedi. Askerler coşarak hep bir ağızdan; “Asla emrinden
ayrılmayacağız” karşılığını verdiler. Sonra hepsi ağlayarak helâlleştiler.
Sultan, beyazlar giydi. Atının kuyruğunu bağlayıp, eline er silâhı olan gürzü
alıp, şöyle hitap etti: “Askerlerim! Şehit olursam, bu beyaz elbise, kefenim
olsun. O zaman rûhum göklere çıkacaktır. Benden sonra oğlum Melikşah’ı tahta
çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak, istikbal bizimdir”. Bu
nutku, hitabet sanatının ve muharebe öncesi psikolojik şartların, bütün
inceliklerine sâhipti. Askerler coşup, şevke geldi.
Cuma
namazından sonra başlayan muharebede Sultan Alparslan, fevkalade bir muharebe
taktiği uyguladı. Bozkır çevirme hareketiyle, Türk ordusu hilâl şeklinde
yayıldı. Muharebenin başlamasından iki saat sonra, Peçenek ve Uz Türkleri,
Bizanslılardan ayrılıp, millî bir his ile, Müslüman Selçuklu Sultanına tâbi
oldular.
Mezhep
baskısı sebebiyle Bizanslılara kırgın ve kızgın bulunan Ermeni kuvvetleri de,
muharebe meydanını terk etti. Bu hadiseler, Bizanslılarda manevî bozguna yol
açtı. Bizans ordusunda Türklerin ok, gürz ve kılıcından kurtulanların, akşam
teslim olmaya can attıkları görüldü. Cengâverliğine rağmen hiçbir şey yapamayan
mağrur Bizans İmparatoru Diyojen, yaralı halde bütün mâiyeti ile birlikte esir
edildi.
Malazgirt
meydanındaki mücadeleden yenik çıkan İmparator, Sultan’ın huzuruna
getirildiğinde, utancından başını kaldıramıyordu. Sultan Alparslan, onu
nezaketle kabul edip oturttu, gönlünü aldı. Diyojen, muharebe öncesi, muazzam
ordusunun Türkleri muhakkak yeneceğine inandığını itiraf etti. Sultan
Alparslan; “Eğer zafer sizin olsaydı, bana ne yapardın?” diye sordu. Diyojen,
öldürteceğini açıklayamadı. “Kamçılardım” cevabını verdi. Alparslan; “Benim
size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?” diye sordu. “Ya öldürtürsünüz, yahut İslâm
memleketlerinde bir esir gibi dolaştırır, süründürürsünüz. Belki de... Fakat
onu düşünmek bile istemiyorum; mümkün görmüyorum, ama... Belki de,
affedersiniz!” dedi. Alparslan, yenilgiye uğramış bir insanı daha da küçük
düşürmek istemedi. Bizans İmparatorunu affetti. Ağır şartlarla antlaşma
imzaladı. Fakat Romen Diyojen, dönüşünde Bizanslılar tarafından, Türklerden
görmediği hakaretlere uğrayıp öldürüldü. Yeni Bizans İmparatoru Yedinci Mihail,
Diyojen’in Türklerle yaptığı anlaşmayı kabul etmedi.
Kazanılan
büyük zaferden dolayı Abbasî Halifesi, Sultan’a tebrik ve teşekkür mektupları
gönderdi. Birçok İslâm şairi, Alparslan’ı öven kasideler yazdılar.
Türklerin
yeni yurt edinmesini sağlayan Malazgirt Zaferinden sonra, on beş yıl içinde,
Anadolu tümüyle ele geçirildi. Bu zaferle, Anadolu’nun tapusu, Türklerin eline geçti.
Bu bakımdan, Malazgirt Zaferi, Türk ve dünya tarihinde bir dönüm noktası oldu.
Anadolu’ya,
burayı vatan edinen Selçuklu Türkleri ile diğer Türk boyları yerleştirildi.
Bozkır kültüründen, İslâm medeniyeti dairesine bütünüyle giren Türklerin dünya
görüşü daha da gelişti. Doğudan gelen göçebe Türkler, Anadolu’da yerleşik
medeniyete geçirildi. Şehirler kurup geliştirerek kültür, sanat, sosyal
müesseseler tesis edildi. Kıymetli mîmarî eserlerle, bu yerleşim merkezleri
süslendi.
webhatti.com
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…