Göktürk – Bozkurt Destanı / Türk Destanları
Gök Türk destanının da bugün birbirinden farklı üç şeklini biliyoruz.
İlk ikisini bize Çin tarihleri bildiriyor. Üçüncü şekil ise Ergenekon adını
taşımaktadır ve Kun – Oğuz
destanının son kısmı olarak 13′üncü asırda tespit edilmiş bulunmaktadır. Bu üç şekil şunlardır:
destanının son kısmı olarak 13′üncü asırda tespit edilmiş bulunmaktadır. Bu üç şekil şunlardır:
1- Kunlarla aynı soydan olan Türkler Kun ülkesinin şimalindeki So ülkesinden çıkmışlardır. Başbuğları ‘Kapangu’nun on altı kardeşi vardı ki
bunlardan birisinin anası bir kurttu. Kurttan doğmuş olan ‘I-uhe-ni-şuay-tu’
rüzgarlara ve yağmurlara hükmediyordu. Düşmanları kardeşlerini yok ettiler.
Fakat o, harikuladelik sayesinde ölümden kurtuldu. İki zevcesi vardı. Biri yaz
Tanrısının, biri Kış Tanrısının kızı idi. Bunlardan ikişer oğlu olmuştu. Millet
bu çocukların en büyüğü olan ‘No-tu-lu-şe’yi hükümdar yaptı. O zaman ‘Türk’
adını aldı. Bunun on zevcesi vardı. Çocuklarından her biri analarının adını
almıştı. ‘A-hien-şe’ bu çocuklardan biri olup anasının adı olan
‘Kurt = Asena’ adını almıştı.
2- Türkler ilk önce batı denizinin (ihtimal ki Hazar denizinin) batı
kıyılarında oturuyorlardı. Komşu bir millet bunların hepsini yok etti. Yalnız
bir genç sağ kaldı. Onu öldürmeye kıyamayarak ellerini ayaklarını kesip büyük
bir bataklığa bıraktılar. Burada bir dişi kurt ona baktı. Yiyecek getirdi. Bu
sırada dişi kurt ondan gebe kaldı. Komşu milletin hükümdarı bu son kalan genci de öldürmek için bir asker yolladı. Asker gittiği zaman
kurtu gencin yanında gördü. Kurt, genci
alarak denizin karşı tarafına geçirdi. Burası Kau-çang ülkesinin
şimal batısında idi. Dağın eteğinde bir mağara vardı. Kurt oraya girdi. Orada yeşilliklerle
dolu geniş bir yer buldu. Orada on oğlan doğurdu.
Bunlardan biri aile adı olan A-se-na adını aldı. Öteki kardeşlerin en akıllısı
olduğu için biraz sonra hükümdar oldu. Milletini oradan çıkararak
Cücenlerin (yani Arapların) tabiiyetine girdi.
3- Türk eline ‘İl Han’ padişah olmuştu. Tatar ülkesinde de Tatar
hanlarının dokuzuncusu olan Sevinç Han birçok hediyelerle Kırgız hanına adamlar
gönderip türlü adaklar adayarak onu kendi tarafına çekti. O zaman oradaki
uruklar arasında en kalabalığı Türkler olduğundan her savaşta düşmanlarını
yenerlerdi. Türk ellerinde Türklerin oku ötmeyen, kolu yetmeyen bir yer yoktu. Hepsi birleşip Türklerden öç
almak için üzerlerine yürüdüler. Türkler çadır ve sürülerini bir yere yığıp
çevresine hendek kazdılar, beklediler. Sevinç Han geldi. Vuruş başladı. On gün
savaş oldu. On günde de Türkler üstün geldi. Bunun üzerine Sevinç Han bütün
han ve beğleri toplayıp gizlice konuşup danıştı. ‘Biz bunlara hile yapmazsak
işimiz bitiktir’ dedi. Ertesi gün tanla çadırlarını kaldırıp, kötü malların, bir
takım ağırlıklarını bırakıp kaçtı. Türkler bunları güçsüz kaldılar da onun
için kaçıyorlar sanarak arkalarına düştüler. Tatarlar dönüp çarpıştılar. Bu kez Türkler yenildi. Ordugâhları gelinceye kadar onları kestiler. Malları ile
birlikte ordugâhı da zaptettiler. Türklerin çadırlarının hepsi orada
olduğundan Türklerden bir aile bile kurtulmadı. Büyüklerini kılıçtan
geçirdiler. Küçüklerin her birini tutsak olarak aldılar.
Sevinç Han, Türkleri yağma ettikten sonra ülkesine dönmüştü.
İl Hanın
oğulları bu savaşta ölmüşlerdi. Ancak en küçüğü olan Kayan=(Kıyan) kalmıştı. O
yıl evlenmişti. Bunların ikisi aynı bölükten olan iki kişinin tutsağı
olmuşlardı. Savaştan önce ordu kurdukları yere geldiler. Düşmandan kaçıp gelen
deve, at, öküz ve koyunları buldular. Konuşup dediler ki:
’Burada kalsak, bir gün
olur, düşmanlarımız bizi bulur. Bir boy’a gitsek çevremiz hep düşman boylardır.
En iyisi dağlar arasındaki kimsenin daha yolu düşmemiş olan bir yere gidip
oturalım’.
Sürülerini sürüp dağlara doğru yürüdüler. Yabani koyunların
yürüdüğü bir yolu tutup tırmanarak yüksek bir dağın boğazına vardılar. Oradan
tepeye çıkıp öte yanına indiler. Oraları iyice gözden geçirdiler. Gördüler ki
geldikleri yoldan başka yol yoktur; o yolda öyle bir yol ki bir deve, bir keçi
bin güçlükle yürüyebilir, ayağı biraz sürçse düşüp parçalanır. Vardıkları yer
geniş bir ülke idi. İçinde akar sular, kaynaklar, türlü otlar, çayırlar, meyvalı
ağaçlar, türlü türlü avlar vardı. Bunu görünce Tanrıya şükürler kıldılar. Kışın
malların (at, koyun, deve, sığır) etini yer, derisini giyer; yazın sütünü
içerlerdi.
Oraya Ergenekon adını verdiler.
Burada Kayan ve Nüküz’ün oğulları
çoğaldı. Dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldı ki artık
oralara sığmadılar. Bunun üzerine konuştular. Dediler ki:
’Atalarımızdan
işitirdik ki Ergenekon dışında geniş ve güzel bir ülke varmış. Atalarınız orada
otururlarmış. Tatarlar baş olup başka boylar bizim uruğumuzu kırıp yurdumuzu
almışlar. Artık Tanrıya şükür düşmandan korkup dağda kapanarak kalacak halde
değiliz. Bir yol bularak bu dağdan göçüp çıkalım. Bize dost olanla görüşür düşman
olanla güreşiriz’.
Herkes bu düşünceyi beğenip yollar aradılar. Bir türlü bir
yol bulamadılar. Bir demiri:
’Ben bir yer gördüm. Orada demir madeni var. Onu
eriterek yol buluruz’ dedi.
Millete odun ve kömür vergisi saldılar. Herkes
vergisini getirdi. Bir sıra odun, bir sıra kömür olmak üzere dağın böğründeki çatlağa dizdiler. Dağın tepesine ve öteki yanlarına da odun, kömür yığdıktan
sonra deriden yetmiş körük yapıp yetmiş yere kurdular. Ateşleyip hepsini birden
körüklediler.
Göktürk Destanı
Tanrının gücü ile demir eriyip bir deve geçecek kadar bir yol açıldı. O
ayı, o günü,o saati belleyip dışarı çıktılar. İşte o gün Türklerce bayram
sayıldı. Ergenekondan çıktıkları zaman Türklerin padişahı Kayan (Kıyan)
neslinden Börte Çine idi. Bütün boylara elçiler göndererek Ergenekondan çıkıp
geldiğini bildirdi. Boyların kimi sevindi, kimi yerindi. Hele Tatarlar bunların
üzerine yürüdüler. Saf bağlanıp savaşıldı. Türkler yenip Tatarların büyüklerini
kılıçtan geçirdiler. Küçükleri tutsak ettiler. Dört yüz yıl sonra böylece
kanlarını aldılar. Mallarını zaptedip ana yurtlarında oturdular. O zamandan
beri Ergenekondan çıktıkları kurtuluş gününü bayram yaptılar. O gün bir demiri
ateşte kızdırdılar. Önce han bu demiri örsün üstüne koyarak çekiçle vurur.
Sonra beğler de öyle yaparlar.
Gök Türk destanının üç rivayetinde göze çarpan müşterek motif ‘Kurt’
tur. Ergenekon rivayetinde kurt doğrudan gözükmüyorsa da hükümdarlarının adının
Börte Çin’e yani Boz Kurt olması, kurt fikrinin İslamiyetten sonra bile
unutulmadığını gösterir. Çünkü Ergenekon rivayeti İslamiyetten yani 13′üncü
asırda tespit olunan Gök Türk destanıdır.
İkinci rivayette ise Ergenekon yani Kapalı Yurt açıkça gözükmektedir.
Kurt, Gök Türklerde bir ongun sayılıyordu. Yani Gök Türkler kurt neslinden
geldiklerine inanıyorlardı. Bu rivayetlerin tarihle olan ilgisini şöylece hulasa edebiliriz: Kunlar Şimalî ve cenubî olarak ayrıldıktan sonra 93 yılında
şimalî Kunlar, cenûp Kunların müttefikleri olan Çinlilerin başka boyların
müşterek hücumu karşısında mahvoldular. Bir kısmı Cenup Kunlarına koşuldu. Bir
bölümü batıya çekilerek sonradan Atilla’nın kumandasında Avrupayı zaptetti. Bir
bölümü de Altay dağları civarında saklandılar.
İşte Gök Türkleri teşkil eden boylardan bazıları bu Altay dağlarında
kalan Kunların neslindendir. Miladi 93′ten sonra Gök Türklerin kurtuluş tarihi
olan 552′ye kadar 459 yıl geçmiştir. Ergenekonda geçtiği söylenen dört üz yıl
bu 459 yılın destandaki aksinden başka şey değildir. Gök Türklerin bir kısmı
doğrudan doğruya Sakaların neslinden geldiği için onlar Ergenekonda
yaşamamışlardır. Nitekim Gök Türk destanının birinci rivayetinde kapalı
Vatandan söz geçmiyor. Sonra demirlerin erimesi, demir dağın yol vermesi ise Gök
Türklerin, Aparlara silah yaptıkları zamanların bir hatırasıdır.
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…