Devletin
güvenliğini ilgilendiren konularda referanduma gidilmesi yanlıştır. Çünkü
politikacılar veya iktidarı ele geçirmek isteyen güçler oy verenleri propaganda
oyunlarıyla kandırıp yanlışa sürükleyebilirler.
Başbakan
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adayı seçilmesi sırasında yaptığı konuşmayı herhalde
dinlemişsinizdir.
Başbakana
sarsılmaz bir inançla bağlı bazı yazarlar;
başbakanın bugüne kadar yaptığı işler ve Cumhurbaşkanı olunca yapacağı
işler konusunda akıl almaz yorumlar yapıyorlar.
Milletimizi aldatıyorlar.
Sadece
bir örnek vereceğim: “150 Yılın Rövanşı” başlığı altında yazan Ergün Diler’ in son
iki üç makalesini okudum. Bu zat Takvim Gazetesi köşe yazarı imiş ve 1968 İzmir
doğumlu imiş.
Başbakan,
İngilizlerden son 150 yılın rövanşını alıyormuş! Kürdistan devletinin
kurulmasıyla İngilizler “pılını pırtını” toplayarak Türkiye’yi terk edecekmiş!
Gerçek bağımsızlığı 150 yıldır ilk defa yakalayacakmışız! Bunu da başbakan
Erdoğan Cumhurbaşkanı olunca yapacakmış!
Acaba
gerçekten Türkiye Cumhuriyeti Devleti, nihayet Batı ile hesaplaşacak mı? Bu
seviyeye geldi mi? Başbakanımız, cumhurbaşkanı olunca devletimizin stratejisi
bu zatın buyurduğu gibi mi olacak?
Devletin
böyle bir gizli ajandası var mıdır, bilemeyiz. Devlet; Batı ile hesaplaşmak
uğruna, İngiltere’yi bölgemizden kovmak ve gerçek özgürlüğe kavuşmak uğruna
binlerce şehit vermeyi göze alabilir! Ülkemizin parçalanmasına göz yumabilir!
Musul’un ve Kerkük’ün Kürtlerin nüfuz bölgesine verilmesine göz yumabilir!
Acaba
devletimizin stratejisi bu yönde midir? Devlet, yandaş basının yazarlarının
anlattığı gibi, bazı basit tavizler verecek, daha sonra büyük emeline mi
ulaşacaktır? Bu iddialar doğru mudur?
Bu
konuda biraz empati yapmak için Osmanlı Devletinin son 150 yılda hangi
kuşatmalardan geçtiğini ve nasıl yıkıldığını biraz anlamak gerekiyor.
Türk
Geri Çekilişinin Sebebi:
1683
II. Viyana bozgunundan sonra Batılı ülkeler ve Rusya sürekli olarak Osmanlı
Devletini kontrol altında tutmuştur. Devlet sürekli olarak toprak kaybetmiştir.
Bunun sebebi; mağlubiyetin verdiği büyük bir moral bozukluğu ve devletimizin
içine sızan Batılıların ne yapmak istediklerini yöneticilerimizin bir türlü
anlayamamasıdır.
Kaht-ı
Rical (Devlet adamı yokluğu) tabiri bunun için kullanılmıştır.
Viyana
bozgunu zaafından yararlanan Batılılar, artık Türklerin de yenilebileceğini
anlayıp, sürekli Osmanlının üzerine gelmişler, padişahlarımızı ve devletimizi
kuşatmışlardır.
Bu kuşatma; -İstiklal Savaşından sonra, Atatürk’ün
ölümüne kadar geçen dönem hariç- 1939 yılından bugüne kadar devam etmektedir.
1939 diyorum, çünkü Atatürk’ün ölümünden dört buçuk ay sonra Amerika ile “İkili
Anlaşmalar” imzalanmaya başlanmıştır. O zamanki yöneticilerimiz, bu
anlaşmaların ne anlama geldiğini dahi bilmiyorlardı. (Bakınız, İkili
Anlaşmaların İç Yüzü – Haydar Tunçkanat) merak edenler araştırabilirler.
1830’lardan
sonra, Sultan Abdülmecit'i, Sultan Abdülaziz'i ve II. Abdülhamit'i kimlerin
kuşattığını, bu padişahlarımızı nasıl kontrol ettiklerini tarih dakika dakika
yazmaktadır.
Bu konu
ile ilgili olarak, bu üç padişahın etrafındaki insanların kimler olduğunu, devletin
nasıl kuşatıldığını kolay anlayabilmeniz için kısa bir analiz yapacağım. Çünkü bu
anlama, bizim, bugün de ülkemizde neler olup bittiğini öğrenmemize yardımcı
olacaktır. Osmanlı Devleti’nin yıkılışını sağlayan güçlerle bugün Türkiye
Cumhuriyeti Devletini yıkmaya, bölmeye, parçalamaya çalışan güçler aynıdır.
Sadece nesiller, isimler değişmiştir. Söylendiği gibi hiçbir Batılı ülke
bölgemizden kovulmamıştır. Bu ajanlar milletimizi kandırıyorlar.
Padişahlar
Nasıl Kuşatılmıştı:
Biliyorsunuz
ki 1839 yılında Tanzimat Fermanı ilan edilmişti. Mason localarında tekris
edilmiş diplomatların yanında padişah Abdülmecit çocuktu. Masonlar işte bu
çocuk padişahı önlerine kattılar, Gülhane Parkı’na götürdüler, orada Tanzimat
Fermanı’nı ilan ettirdiler. Tanzimat Fermanı’na göre artık “gavura gavur denmeyecek” ti.
Belki
inanmazsınız! Aynen böyle oldu.
Viyana
mağlubiyetinden sonra, Türklerin Orta Asya’dan getirdikleri; kendilerine has,
“sanki dünyayı idare etmek için yaratıldıkları” samimi fikri çoktan
idarecilerin ve Türk aydınının kafasından silinmişti. Türkler, “Gaza”
kabiliyetini artık kaybetmişlerdi ve ruhları körelmişti. Bir daha Batıyı
yenemeyeceklerini düşünmeye başlamışlardı.
Gerçekten
de Osmanlı Devlet yönetiminde artık;
- Kendine güvenen,
- Atını denize süren,
- Mohaç’ta bir anda 33 asilzade ile
karşı karşıya kalınca kılıcına davranıp birkaç tanesini öldürebilen,
- Beyaz atına atlayıp, düşman kuşatması
altında bulunan kalenin dibine kadar korkmadan sokularak, kale komutanına; “Bre
Doğan, bre Doğan, halin nicedir?” diye bağırabilen,
- Tebaasını düşünen, tüccarının koynuna
“İşbu fermanımı taşıyan Mehmet kulum benim tüccarımdır, kılına halel gelirse
harp açarım” diye teminatlar koyan,
- Hıristiyan ve diğer tebaanın haklarını
koruyan,
- Bir papaz efendiye; “Papaz efendi bu
zaferi sizin dualarınızla kazandık!” diyebilen yöneticiler, padişah nesli
yoktur artık.
O
cesur yürekler bir anda kaybolmuştur.
Artık
Sultanlar kuşatma altındadır.
Ali
Paşa, Fuat Paşa, Mustafa Reşit Paşa Sultan Abdülmecit’i,
Mithat
Paşa, Hüseyin Avni Paşa, Mütercim Rüştü Paşa Sultan Abdülaziz’i,
İlk
zamanlarında aynı ekip olmak üzere, son zamanlarında İttihat Terakki
Partisi’nin kurucuları olan Enver Paşa, Cemal Paşa ve Talat Paşa II.
Abdülhamit’i kuşatma altında tutmuşlardır.
Bunların
hepsi İngiltere veya Fransa tarafından destekleniyordu.
Biliyorsunuz
ki, Sultan Abdülaziz, bilekleri kesilerek “intihar” süsü verilmiş ve şehit
edilmiştir. Çünkü güçlü bir ordu ve donanma kurmaya çalışıyordu.
II.
Abdülhamit, amcası olan Sultan Abdülaziz’in ölümünden Mithat Paşa’yı sorumlu
tutmuş, yargılamış ve S. Arabistan sınırları içinde bulunan Taif Kalesi’ne
sürgüne göndermiştir. Sonra İngilizler Taif Kalesi’nden Mithat Paşa’yı kaçırmak
istemişler, bunu öğrenen Osmanlı yönetimi kalenin zindanında Mithat Paşa’yı
boğdurmuştur.
Abdülhamit
31 Mart Vak’ası ile “hal” edilmiş, sürgüne gönderilmiştir.
Bu
hatırlatmaları bugünü anlamak için yaptım!
Bugün
de aynı şekilde devlet adamlarımızın Batı ile bu tür ilişkileri devam ediyor.
Aynı kuşatılma devam ediyor. Başbakan, “Ben BOP ‘un eş başkanıyım” diyor.
Ergenekon, Gezi olayları, Paralel yapı, devletin hukuk yapısıyla oynanması,
Kürt devleti kurma olayları, devletin, büyük devletlerle ilişkilerini
sürdüreceğine terör örgütleri ile ilişkiye girmesi hep bu kuşatılmış olmanın
etkisiyledir.
Ancak
henüz içinde bulunduğumuz dönem itibariyle bu ilişkilerin nasıl yürüdüğünü,
bugünkü hangi yöneticinin hangi ülke ile işbirliği yaptığını, Amerika’nın,
İngiltere’nin, İsrail’in, Fransa’nın, Rusya’nın bölgemizde hangi stratejileri
uyguladıklarını, kimleri kullandıklarını tam olarak bilmiyoruz.
O
halde devletimizin kimlerin kontrolünde olduğunu nasıl anlayacağız?
Elbette
ki sonuçlara, Batılıların ülkemizde kurdukları kurumlara bakarak, değil mi?
Sonuçlara
bakıldığında, olaylara hipnotize edilmiş gibi bakan, ellerine hangi programlar
verilmişse o şekilde yazan, çizen, konuşan görevli danışmanların, yazarların
buyurdukları gibi parlak bir durumda olmadığımız görülmektedir.
- Kürt devleti kurulmaktadır. Yani vatan
parçalanmaktadır. Bugünkü yöneticiler “Kürt devleti kardeşimizdir!” diyor. Bu
bize artık normal gibi geliyor.
- Türk alfabesine ait olmayan üç harf,
yabancı güçlerin baskısıyla alfabemize sokulmuştur. Bu harfler bize ait
değildir.
- Azınlıklar meselesi, yer adları
meselesi ve Azınlık Vakıfları meselesi tam anlamıyla Türkiye Devleti’nin millî
menfaatlerine aykırı bir şekilde çözümlenmiştir. Mesele Tanzimat Fermanı’nda
olduğu gibi çözülmüştür.
- Yerden biter gibi Anadolu’da kiliseler
yükselmektedir.
- İstanbul Batılılar tarafından “Bizans
Devleti” olarak ilan edilmiştir. Paleologlar sülalesinden bir zat şu anda
Rusya’da Bizans kralı olarak tanınmaktadır.
- TESEV, Açık Toplum Enstitüsü veya Açık
Toplum Vakfı ve benzeri internet siteleri doğrudan doğruya Batılı güçlere hem
de alenen yol gösteriyor.
Daha bunun gibi yüzlerce sorun. Komşularla
sorunlar, terör örgütleriyle sorunlar, devletin içinde hükümetin yarattığı
“benden olanlar ve benden olmayanlar” sorunu.
Devletin Sonunun Ne Olacağı Belli Değil.
21.yüzyıl
Haçlı savaşlarının sürdürüldüğü ülkemiz sathı mailinde Amerika 5. Kol faaliyeti
yapmaktadır. Hâlbuki Sayın Başbakanın derin öngörüsüyle, Emniyet Genel
Müdürlüğü, Cemaatin kurum ve kuruluşlarında silah araması yapacakmış, örgütün
silahlı bir örgüt olmadığını tespit edecekmiş. Tam anlamıyla büyük bir hata!
Herkes de biliyor ki, Cemaatin Türkiye’de silahlı bir kalkışma yapması mümkün
değil. Bizim Cemaate mensup çocuklarımız beş vakit namazında niyazında
insanlar. Bu konuda da başbakan korkunç bir hedef saptırması yapmaktadır.
Vietnam’daki Yeşil Bereliler gibi, Türkiye’de Amerika’nın kurduğu 5. Kol
kuvvetlerini gizlemek için kasıtlı olarak Cemaati ortaya atmaktadır. Cemaat de
Amerika’nın emrinde olabilir. Ama gerçek 5. Kol kuvvetleri Amerika’nın kurduğu
ordudur. Başbakan asıl bunu açıklaması lazım. Ama o da kuşatılmış olduğu için
bunu yapamaz, açıklayamaz. Cambaza bak cambaza ucuz politikası ile milletimizi
kandırmaya devam etmektedir.
Başbakanın
yapacağı şey; işin doğrusunu açıklamak, devletin tehlikede olduğunu milletimize
anlatmak, tedbiri milletimize bırakmaktır. Eğer, “Ben durumun böyle olacağını
bilmiyordum, devletime ve dinime hizmet edecektim, ama durum çok farklı imiş. Devlet
yönetimi farklı bir şeymiş. Amerika ülkemizi bölmeye ve milletimizi yok etmeye
çalışıyor, vatanınıza sahip çıkın!” diye açıklama yaparak istifa eder çeker
giderse tarih ondan “kahraman” diye bahsedecektir. Başbakanın bugün yapması
gereken budur.
Yandaş
zat “İngiltere’yi bölgemizden kovduk.” Diyor.
Aynı zamanda Barzani’nin de demecini yayınlıyor ve Kürdistan’ın
bağımsızlığını onaylıyor. “Milletimize İngiltere’yi kovduk, 150 yılın rövanşını
aldık” diye yalan söylüyor. Ama aynı yazıda “Kürdistan kardeşimizdir!” diyor.
Millet İngiltere’nin kovulmasıyla Kürdistan kardeşliği arasında nasıl bir
ilişki olduğunu anlayamıyor. Çünkü millete yalan söylüyorlar. Başbakan da yalan
söylüyor.
Musul
ve Kerkük’ün durumu ortada! Oralarda kurşuna dizilenlerin hiçbiri Amerikalı,
İngiliz veya Fransız değil. Belçikalı, Hollandalı değil. Ama kurşuna dizenlerin
hepsi Amerikalı, İngiliz veya Fransız! Yani Haçlı ordusu! “Allah-u Akbar”
diyerek katliam yapıyorlar bölgemizde. Başbakan Batılıların bu katliamlarını onaylıyor.
Haçlı güçlerini onaylıyor.
Bundan
100 yıl önce I. Dünya Savaşı’na girdiğimiz Batılı güçlerle bugün birlikte
olmanın büyük tarihî ve stratejik hatasını yaşıyoruz.
Bugünkü
başbakanın 10 Ağustos 2014 seçimlerinde cumhurbaşkanı olması durumunda bu
politikalar tam anlamıyla resmiyet kazanacak. Irak, Türkiye, Suriye bölünecek.
İran ikiyüzlü politikalarıyla, bir takım tavizlerle ayakta kalacak.
Türk
Devleti ortadan kalkınca tarihin seyri işte o zaman değişmiş olacak. Tarih işte
o zaman “Makas Değiştirecek!” Batılılar 1000 yıllık emellerine ulaşacak. Türk
hükümdarların 5000 yıldan beri açık denizlere ulaşma hayalleri, Türk milletinin
de yok edilmesiyle tarihe karışmış olacak.
Bu
sebeplerle Türkiye Cumhuriyeti devletinin başına gerçekten Türk Ordularının
başkumandanlığını yapacak bir insan getirilmelidir. Başbakanın veya Çatı Aday
diye ortaya çıkarılan zatın cumhurbaşkanlığı devletimiz için tehlikelidir.
Milletimiz
durumu bu saiklere göre değerlendirmelidir.
Durum
son derece ciddidir. Başbakanın yalanlarına, onu destekleyen yandaş yazarların,
korkudan titreyen danışmanların yalanlarına aldanmamalıdır.
Türk
milleti Türkiye devletinin stratejik hatalar yapmasına müsaade etmemelidir.
Hiç
ibret alınsaydı tarih tekerrür mü ederdi!..
08.07.2014
Mikdat
Topçu
İstanbul
İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…
Not: İçerik, internetten alıntılanarak derlenmiştir…