Hazarların
Müslümanlığı ve Zorba Yahudi Tarihçileri*
Hazarlar;
İslam Dini ve Hz. Peygamberin insanlığın ufkunda bir
hidayet güneşi olarak doğduğu asırlarda, İran ve Bizans gibi o devirlerin en güçlü Türk Devletlerinden biri idi. Bu yönleri iledir ki, tıpkı İran ve Bizans devleti gibi, Hazarlar da Cahiliye devri Arap şiirler ve darb-ı mesellerine konu olmuşlar, Hz. Peygamber’in birçok hadisleri ve Kuran-ı Kerim mesela; er-Rum suresinin ilk ayetlerinin de asıl muhatabı olmuşlardır. Hazarlar da, diğer birçok Türk Kavimleri gibi Türkistan ve Turan Yurdunda ayağa kalkmış en büyük Türk kavimlerinden biridir.
hidayet güneşi olarak doğduğu asırlarda, İran ve Bizans gibi o devirlerin en güçlü Türk Devletlerinden biri idi. Bu yönleri iledir ki, tıpkı İran ve Bizans devleti gibi, Hazarlar da Cahiliye devri Arap şiirler ve darb-ı mesellerine konu olmuşlar, Hz. Peygamber’in birçok hadisleri ve Kuran-ı Kerim mesela; er-Rum suresinin ilk ayetlerinin de asıl muhatabı olmuşlardır. Hazarlar da, diğer birçok Türk Kavimleri gibi Türkistan ve Turan Yurdunda ayağa kalkmış en büyük Türk kavimlerinden biridir.
Prof. Dr.
Zekeriya KİTAPÇI**
Birçok Türk
kavimleri gibi onlar da: Hz. Peygamberin muasırı olan Göktürk Devleti’nin
yıkılmasından sonra, batıya yönelmişler ve miladi, IV. asırda bugünkü Kafkas
yurtlarına inmişler ve buraların uzun asırlar kartal bekçileri olmuşlardır.
İslam hidayet güneşinin ilahi ışıklan bu topraklan hem de en erken devirlerde
Kafkas yurtları üzerine doğduktan sonra, Karadeniz’in Kuzey bölgelerine
yerleşen diğer birçok Türk kavimleri gibi mesela Bulgarlar, Kıpçaklar,
Başkurt’lar gibi Hazar Türkleri de büyük çoğunlukla Müslüman olmuşlar ve
Mavera-yı Kafkasya dediğimiz bu geniş coğrafî bölgelerde, ilk İslam Devletinin
de temelini atmışlardır. Bu manada ne ilginçtir ki Hazarlar İslam dinini ilk
önce kabul eden Türk kavimlerinden biri oldukları gibi, İlk Türk İslam Devletinin
de temelini atmışlardır.
Ancak şunu
da ifade edelim ki, Hazarların Müslüman olmaları ve daha sonra büyük kitleler
halinde Allah’ın hidayetine koşmaları şerefi, Emeviler Devrinin çok değerli
komutanlarından biri olan Mervan b. Muhammad’e aittir. Bu büyük ve liyakatli
Arap Komutanı her şeyden önce kuvvetli imam, üstün aklî dehası, Hazar Türk
Hakanlığı ile kurduğu sıcak ve samimi ilişkiler ve onlara karşı gösterdiği
büyük dini hoşgörü ve hele, hele onlara karşı uyguladığı üstün devlet
politikası sayesinde, Hazar Türk Hakanlığı, büyük bir gönül coşkusu ile İslam
Dinini kabul etmekle kalmamış, aynı zamanda da Emevi Devleti’nin, Kafkaslarda
çok güçlü bir müttefiki olmuşlardır. Böylece İslam hidayetinin Orta Avrupa ve
Kuzey Türk kavimleri arasına giden hidayet yolu bu en erken devirlerden
itibaren açıldığı gibi, bundan daha da önemlisi, Kuzey İpek Yolu’ndan
yararlanarak Türkistan’a yönelen ve buralarda Hıristiyanlığı yaymak isteyen,
Hıristiyan misyonerlerine karşı, bu yol da kapanmış oluyordu. Bunun; İslam ve Türkistan
Türklüğü hayrına çok büyük yararlar sağladığı da hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Ancak
bizlerin milli ve İslami gururumuzu okşayan bu güzel ve tarihi tespitlerimize
rağmen Hazar Türkleri’nin Müslümanlığının hala inadına ümitsiz ve talihsiz bir
yönü daha vardır. O da; Hazarların, hem de İslam’ın en erken devirlerinde
Müslüman olmaları, Kafkaslarda Türk İslam Devletini kurma çabaları ve hele,
hele onların Emevi ve Abbasi Halifeleri ile sosyal ve ticari ilişkilerini
geliştirmiş olmalarına rağmen, onların samimi bir şekilde Müslüman oldukları,
İslam Dininin Hazar yurtlarında köklü bir din haline geldiğinin hala bir türlü
kabul edilmemiş olmasıdır. Neylersiniz ki onların Müslüman olmaları, bir kısım
nasipsiz yazar ve tarihçiler özellikle, Yahudi ilim adamları tarafından hiçbir
zaman kabul edilmemiş ve bütün bu hayırlı gelişmelerin hepsi kör bir teasup ve
inat uğruna göz ardı edilmiştir ki, bu Hazar Türklerine karşı yapılmış çok
büyük bir haksızlık olmalıdır. Bu yazar ve tarihçilerin hemen hepsi ne yazık ki,
Hazar Türklerinin hem de külli manada Müslüman olmaları ve çok samimi bir
şekilde İslam hidayetine koşmalarını hiçbir zaman ciddiye almadıkları gibi,
bunun tam aksine, Hazarların Museviliği kabul ettikleri, bundan daha da acısı
onların ırki manada asimile oldukları, yani tamamen Yahudileştikleri hususunda
ortaya attıkları korkunç iddialardır ki bundan bir insanın şaşırıp kalmaması
mümkün değildir. Yahudi zekâsının bu korkunç manipülasyonu burada da kendini
göstermiş ve bizleri çok büyük bir hayret ve dehşet içinde bırakmıştır.
Ne var ki
Yahudi tarihçi ve ilim adamlarının, şimdilik bu asılsız iddia ve
propagandalarında büyük ölçüde başarılı oldukları görülmektedir. Fakat bu
düpedüz tarihi gerçekleri saptırmak, bundan da öte ak yüzlü, ak sakallı İslam
Tarihi ve onun manevi varlığını bir yalancı şahit yerine koymaktır ki, bunun
şüphesiz insanlığın güzel meziyetleri, ilim ahlak ve şerefi ile bağdaştırmamız
mümkün değildir ve Hazar Türklerine yapılmış çok büyük bir haksızlıktır. Ne
yazık ki, birçok yabancı ilim adamları yanı sıra, bizim “Batı şablonlu”
dediğimiz bir kısım Türk Tarihçilerinin büyük bir çoğunluğu da aslı esası
olmayan bu Yahudi asıllı görüşlere katılmışlar ve Hazar Türklerini gözleri
bağlı olarak bu Yahudi propaganda ve hegemonyasına teslim etmede adeta
birbirleri ile yanşa girmişlerdir ki, doğrusu bu çok büyük bir tarih sefaleti
ve ayıbıdır.
Mamafih
buraya kadar yaptığımız bütün bu açıklamalardan sonra karşımıza Önemli bazı
sorular çıkmaktadır. Müslüman Arapların Hazar Türkleri ile olan ilişkilerinin
tarihi geçmişi nerelere kadar uzanmaktadır? Hazar Türkleri nasıl Müslüman
olmuşlar ve bu büyük hizmette asıl kimlerin emeği geçmiştir? Hazar
Türkleri’nin, Museviliği, kabul etmeleri ve bundan da öte tamamen asimile
oldukları yani Yahudileştirildikleri doğru mudur? Bu soruları tarih
objektifinde değerlendirme ve gönülleri tatmin edecek bir cevap vermeden önce,
Hazar Türkleri ve onların İslam ve insanlık tarihindeki önemini anlamamız
mümkün değildir.
Image
resized to : 83 % of its original size [ 600 x 347 ]
Resim
Gerçekte
Müslüman Arapların, Maveray-ı Kafkas ve Hazar Türkleri ile sosyal ve ticari
münasebetlerinin kökü ta cahiliye devirlerine kadar gitmektedir. Bunun sebebi,
Kuzey Arabistan Ticaret yolunun Kafkasların gerisi yani Don ve Volga nehirleri
yataklarına ulaşması ve tacir Arapları en erken devirlerden beri bu nimetlerden
yararlanmaları ve bu vesile ile Hazar, Bulgar Türkleri ve İskandinavya ülkeleri
ile İslami devirlerden çok daha önceleri çok güzel sosyal ve ticari
münasebetler içinde olmalarıdır. İslam Tarih ve Coğrafyacılarının sık, sık
kullandıkları “es-Sakalibe” kelimesi işte, bu kuzey ticaretinden kalan ve
günümüze kadar gelen en güzel ticari deyimlerden biridir. Bu bakımdan Hazarlar;
Müslüman Arapların hem cahiliye ve hem de İslami devirlerde en çok ve en iyi
tanıdığı kavimlerden biri olmuşlardır. Bu erken devir ilişkileri cahiliye
devrinden beri birçok şiir ve darb-ı mesellere konu olduğu gibi, hatta Hz.
Peygamberin birçok hadislerine de konu olmuştur ki, bu başlı basma yeni ve çok
güzel bir araştırma konusudur.
Image
resized to : 83 % of its original size [ 600 x 281 ]
Resim
Image
resized to : 83 % of its original size [ 600 x 464 ]
Resim
İslami
devirlere gelince hemen şu hakikati bir kere daha ifade edelim ki, Türkler ve
özellikle Hazar Türkleri, İslam dini ile en erken devirlerde yani Hz. Peygamber
devri ve bir Saadet Asrında tanışan en şanslı milletlerden biridir. Bundan
maksadımız Sahabe denilen ve bir ucu yedi kat göklerin derinliklerinden kopup
gelen ilahi zincirin, birçok altın halkalarının Türklerden oluşması ve Türk
asıllı birçok sahabe ve tabilerin bulunmasıdır. Ne var ki Türklerin büyük
kütleler halinde Müslüman olmaları ve bu iman hakimiyeti mücadelesinde yer
almaları, Müslüman Arapların özellikle Hz. Ömer (634-644) devrinde, Iran ve
Kafkasya yani Hazar Türklerine karşı yaptıkları cihad ve bu cephelerde
kazandıkları parlak zaferlerle mümkün olmuştur. Zira yeni bir imani coşku ile
başlatılan bu fetih ve cihad hareketi ile İslam hidayetinin Türk yurtlarına
giden ilahi yol açılmış ve daha sonraları bu yolun şerefli yolcuları ve İslam’a
gönül vermiş birçok ulu kişi ve Tanrı kullarının tebliğ ve irşadları sonucu
İslam dini Türkler arasında yayılmış ve Türkler bu ilk Sahabe ve tabiin asrında
hem de büyük bir çoğunlukla Müslüman olmuşlardır.
Bu hipotez,
şüphesiz Türkistan ve Turan Yurtlarında yaşayan Türk boyları kadar, Kafkaslar,
Karadeniz’in kuzey bölgeleri Don ve Volga nehir boylan, Hazar Denizi ve Ural
gölü çevresinde yaşayan Türk kavimleri yani Hazarlar, Bulgarlar, Başkurtlar,
Harzemler, Oğuzlar, Kıpçaklar ve Peçenekler için de geçerlidir. Evet Arabistan
çölünün derinliklerinden bir fırtına gibi kopup gelen ve bir çoğu da sahabe
olan yeni iman mücahitleri Hz. Ömer devrinde bir taraftan İran ve Turan yurduna
yol alırken diğer taraftar Derbent, Demir Kapı’dan geçerek Kafkasya’ya
dalmışlar ve buraların kartal bekçileri olan Hazar Türkleri ile karşı karşıya
gelmişlerdir. Bu bir manada hazarların ilk defa İslam dini ile tanışmaları idi.
Zira Müslüman Araplar, buralara gelirken beraberlerinde İslam dini ile gelmiş
bulunuyorlardı.
Her ne
kadar Müslüman Arapların, Kafkasya ve Hazar Türkleri ile ilk fiili
münasebetleri Hz. Ömer devrinde başlamış ise de bu münasebetlerin Hazarlar
arasında İslam dininin yayılması hususunda fazla bir etkisi olmadığı
görülmektedir. Zira Hz. Ömer devrinde başlayan ve Emeviler’in çok değerli
halifesi Hişam b. Abdülmelik (724-743) devrine kadar devam eden bu
münasebetler, bir kan ve ateş kasırgası haline gelmiş, her iki taraftan
onbinlerce insan telef olmuş ve başta Abdurrahman b. Rabia el-Bahili olmak
üzere pek çok sahabe bu topraklarda şehit olmuşlardır. Bu devirler, daha ziyade
bu iki kavmin birbirleri ile bir manada tanışma devridir ki, bu tanışma
devrinin her iki taraf içinde bedeli çok ağır olmuştur.
Bu
devirleri değerlendirmek esasen bizim bu çok sınırlı olan tebliğimizin asıl
konusu da değildir.
Bu arada
şunu da ifade edelim ki, Hişam b. Abdülmelik’in Türklerin Müslüman olmaları
için hayırla yad etmemiz gereken öyle güzel teşebbüsleri vardır ki, bunları
takdir etmek her şeyden önce Türk Tarihçileri için de bir vebal ve bir minnet
borcudur. Zira Türkistan Arap Fetihleri dolayısıyla kendisini çok yakından
tanıdığımız bu büyük Emevi Halifesi; askeri fetihleri, harp ganimetleri ile
devlet hazinesini doldurmak, cizye ve haraç gibi vergilerle devlet gelirlerini
artırmak maksadıyla yapılan bir harekat olmaktan çıkarmak istemiş ve asıl
gayenin yerli halk yani Türkler arasında İslam dininin yayılması gerçeğini
savunmuştur. Hatta Hişam, bu gayesini gerçekleştirmek için çağdaş Türkeş Hakanı
Sulu Hana bir elçilik heyeti göndermiş ve onu İslam dinini kabul etmeye
çağırmıştır ki bu Ulu Türkistan Türk İslam tarihinin en önemli olaylarından
biridir.
Biz
sonradan öğreniyoruz ki, Hişam aynı şeyleri, Hazar Hakanı ve Hazar Türkleri
içinde düşünmüş ve bunda çok daha başarılı olmuştur. Zira bu büyük Emevi
Halifesi; Hazarlarla Müslüman Araplar arasında yarım asırdan fazla bir zamandır
devam eden ve kansere dönüşmüş olan bu harplere artık bir son verilmesi ve
İslam hidayet güneşinin bu topraklar üzerine yeni bir ilahi rahmet ve mağfiret
olarak doğmasını, Hazar Hakanın da mutlaka ama, mutlak manada Müslüman olmasını
istiyordu.
Nitekim, O,
Mervan b. Muhammedi: Hazar yurtlarında ki bu kanlı trajediye bir son vermek
üzere çok büyük bir ordunun başında çok değerli bir komutan olarak gönderirken
de ona, aynı şeyleri söylemiş ve askeri zaferini İslam Dini ile taçlandırmasını
istemiştir. Bundan maksat şüphesiz Hazar Hakanının bir yolunu bulup mutlaka
İslam dinine girmesinin sağlanması idi.
Cenab-ı
Hakkın şu güzel takdirine bakınız ki, olaylar bu büyük Halifenin öngördüğü
doğrultuda gelişmiştir. Zira yeni bir azim, irade ve iman gücü ile, çok iyi
hazırlanmış bir ordunun başında Hazar yurtlarına giren Mervan b. Muhammed ve
onun ordusunun karşısında hiçbir Hazar ordusunun dayanması mümkün değildi.
Nitekim öyle de olmuştur. Zira Müslüman Fatihi durdurmak için gönderilen Hazar
ordusunun büyük bir kısmı kılınçtan geçirildiği gibi, yine çok büyük bir kısmı
da esir edilmiştir. Bu esir edilenler arasında Hazar ordusu baş komutam Hazar
Tarkan ve büyük Hazar aristokratları da vardı. Böylece, Müslüman Fatihe, Hazar
Hakanlığının başkenti olan Etil şehrine giden yol da açılmış oluyordu. Hazar
Türk Hakanlığı, uzun tarihi seyri içinde hiçbir zaman böylesine ağır bir
mağlubiyet acısı asla tatmamıştı. Bu bakımdan Hazar Hakanı için, Müslüman
Fatihle anlaşmak ve onunla her hal-ü karda bir barış anlaşması yapmaktan başka
çare kalmamıştı. Ayrıca O, Müslüman Fatihe harp tazminatı olarak ne isterse onu
vermeye de hazırdı.
Ne
ilginçtir ki Müslüman Fatih bu maksat için gelen Hazar Elçisini dikkatle
dinledikten sonra, son derece samimi bir üslupla konuşmuş, hazineler vadeden
servetten bahsetmemiş, sadece Müslüman olmasını istemiş ve Allahın hidayetim
kabul etmeye çağırmıştır ki, bu İslam dini adına bütün Müslümanların gurur
duyması gereken bir olaydır. Mamafih bu yönde yapılan uzun müzakerelerin
münakaşası bir yana, Hazar Hakanı Müslüman olmakla kalmamış ve Müslüman Fatihi
tam bir İslam kardeşliği ile kucaklamıştır.
Image
resized to : 62 % of its original size [ 800 x 435 ]
Resim
Emeviler
devrinde bunun bir başka örneğini, bir başka kavim ve bir başka coğrafya da
bulmamız mümkün değildir. Böylece İslam dini Kafkasya da Hıristiyanlık ve
Museviliği karşı sessiz sedasız çok büyük ve parlak bir zafer kazanmış
oluyordu.
Evet Hazar
Hakanının İslami Fetihler sırasında Müslüman olması ve Mervan b. Muhammed
tarafından tekrar Hazarların başına “Hakan” olarak tayin edilmesi şüphesiz
İslam dininin, Hazar Türkleri arasında yayılmasında çok önemli ve olumlu bir
merhale olmuştur. Asıl bundan sonradır ki, İslam Dini için, Kafkasya ve Hazar
yurtlarında yeni bir altın devir başlamıştır. Zira Türk Hakanının Müslüman
olması ile; Hazar Türkleri için Allahın hidayetine giden bütün yollar açılmış
ve başta Hazar Hakanı olmak üzere saray halkı, hakanın yalan çevresi, Hazar
aristokratları ve yerli halktan İslam dinine karşı bir koşuşturma başlamıştır.
Özellikle Saray halkı ve Hakanın yakın çevresinin Müslüman olmalarında büyük
Fakih ve İslam Âlimlerinden Nuh b. Sâib el-Esedi ile Abdurrahman b. Fulan
el-Havalâni, bu çok değerli iki Müslüman âlimin çok büyük hizmetlerinin olduğu
hiçbir zaman unutulmamalıdır. Bunlar, Hazar Hakanının özel isteği üzerine,
Hazar yurtları ve Hazar Türkleri arasında İslam dinini yaymak için gönderilmiş
ehliyetli kimselerdi. Nitekim bu hayırlı gelişmelere işaret eden İbn A’sem
el-Kûfi şöyle demektedir; “Sadece Hakan, Hazar hükümdarı Müslüman olmakla
kalmamış, Onunla birlikte ailesi, yakın çevresi, Hazar aristokratları ayrıca
şehir halkından (Etil şehri), on binlerce kişi Müslüman olmuşlardır.” (İbn
A’sem el-Kûfi, III. s. 255)
İbn
A’sem’in bu değerli tespitleri, Hazar yurtlarında İslam dininin ne kadar baş
döndürücü bir şekilde yayıldığını göstermesi bakımından bizim için büyük önem
taşımaktadır. İslam dini daha sonraki yıllarda Hazar yurtları ve Hazarlar
arasında, Hazar şehri ve kasabalarında bütün hızı ile yayılmaya devam etmiş,
Hazar yurtlarında binlerce cami ve mescitler yapılmış, kuran ve dini eğitimi
veren binlerce okul ve medreseler açılmıştır.
Böylece
Hazar toprakları İslâm’ın öz yurdu haline gelmiştir. İşte asıl bundan sonradır
ki, İslam dininin Hazar Türkleri arasında yayılmasını bir kara sevda ve bir
gönül coşkusu haline getirenler, her şeyden önce, onun Allah katındaki ecrine
ve sevabına inanan Allah dostları, erenler, evliyalar, İslam uluları Hazar
yurtlarına koşmuşlar ve yüz binlerce Hazar Türkünün bu hidayet pınarından iman
şerbeti içmeleri ve ebedi bir kurtuluşa nail olmalarına sebep olmuşlardır.
Onların bu hummalı tebliğ ve irşad faaliyetleri sunucu İslam dini, Hazar
yurtlarında bir devlet dini olduğu gibi, Hazarlar da tarihte ilk Türk İslam
Devletini kurma şerefine nail olmuşlardır.
Bütün bu
güzel ve millî gururumuzu okşayan izahların yanı sıra bu konunun bizi kahreden
bedbaht bir yönü daha vardır. O da, bütün bu dini gelişme, tarihi realite ve
İslami hakikatlere gözlerini kapayan başta Yahudi manipülatörleri olmak üzere
pek çok tarihçi hem de istisnasız bir şekilde Hazar Hakanı ve Hazarların
Müslüman olmalarını bir türlü kabul edememişler, bu konularda aslı esası
olmayan bir kısım görüşler ileri sürmüşler ve dolayısıyla Hazarların
Müslümanlığını bir kısım Yahudi emellerinin insafına bırakmışlardır ki bu affı
mümkün olmayan bir tarih sefaletidir.
Bu yazarlara
göre; Hazarların aristokrat sınıfı, kağanları beyleri, han ve hakanları, hülasa
saray erkânı ve daha birçok kişinin Müslümanlıklarının çok fazla sürmediği ve
Müslüman Fatihlerin buralardan çekilip gitmelerinden sonra güya onların İslam
dininden irtidat ederek tamamen Museviliği kabul ettikleri, bundan da öte
onların ırki manada asimile edildikleri ve koyu bir Yahudi oldukları yolunda
daha ziyade Yahudi ilim adamları ve onların tesirleri altında kalan Batılı
yazarlar tarafından ortaya atılan ve aslı esası olmayan iddialardır. Hatta
bundan da öte başta M. D. Dunlop olmak üzere daha birçok yazarlar bu konuyu
başka, yönlere çekmişler ve üç yüz senelik Hazar Kağanlığı’nın nerede ise bir
Yahudi devleti olduğunu iddia etmişlerdir. Bu Müslüman Hazar Türklüğüne yapılmış
çok büyük bir hakaret ve bir tarih sefaletinden başka bir şey değildir.
Neylersiniz ki bu kuru ve kasıtlı iddialara günümüz Türk tarihçileri ve ilim
adamlarının katılmaları ve çanak tutmaları kendi ırkdaşları olan Hazar
Türkleri’nin, Yahudileştiklerini iddia etmede, Yahudi ilim adamlarından daha da
ileri gitmeleri bizleri kahretmektedir.
Bununla
beraber şunu da ifade edelim ki, temel İslamî kaynaklarda zikredilen Hazar
toplumundaki bu Yahudilerin sayısı üç bin civarındadır. Onlar; dini inançları yüzünden,
Bizans’tan (İstanbul) kovulmuşlar ve ister istemez Hazar Türk hakanlığının
şefkat kanatları altına sığınmışlardır. Bu Yahudiler her zaman ve her yerde
olduğu gibi, milli varlıklarını korumak ve ticari kazançlarını gözetmenin
dışında hiçbir sosyal ve dini faaliyete bulunmamışlardır. Müslüman mübeşşir ve
Hıristiyan misyonerlerinin aksine, hiçbir Yahudi Haham ve din adamı, Hazarlar
içine karışmamış ve onlar arasında en ufak bir dini tebliğ ve irşad
faaliyetinde bulunmamıştır. Temel kaynaklarda, bir tek Hazar Türkünün dahi bu
Yahudi Hahamları huzurunda Museviliği kabul ettiği veya bu hususta yapılan dini
merasimler hakkında hiçbir rivayet yoktur. Yine bu temel kaynaklarda Müslüman
ve Hıristiyanların aksine Museviliği kabul etmiş ve bir toplum haline gelmiş
Hazar Türkleri hakkında hiçbir bilgi verilmemektedir. Bundan daha da komik
olanı, sayıları binler ve yüz binlerle ifade edilen Hazar Türkleri için Hazar
yurtlarında bir tek sinegog bile yapılmamıştır.
Zaten
Yahudi azınlığı buna ayrı bir özen göstermiş ve Museviliğin bu özelliği, yani
sadece Yahudilere has millî bir din olma keyfiyetini her zaman korumak
istemişlerdir. O kadar ki, Yahudi azınlığı, Hıristiyan ve tacir Arapların
aksine, Hazar şehir meclisinde temsil bile edilmemişler “Hayır!” buna ihtiyaç
bile duymamışlardır. Bütün bu tarihi realitelere rağmen; Hazar Türklerinin
nerede ise toptan Museviliği kabul ettikleri ve asimile oldukları, yani
Yahudileştiklerini iddia etmek ve bu konularda yüzlerce, binlerce kitap yazmak
ve sözde ilmî araştırmalarda bulunmak, tarihi hakikatleri inkar etmek değilse
ya bu neyin nesidir? İşte bunu anlamak mümkün değildir. Bu ancak kör bir
taassup uğruna her şeyi inkâr eden sözde Yahudi ilim adamları “Hayır!” Yahudi
manipülatörlerinin yapabileceği bir maskaralık ve koca tarih ilmini bir yalancı
şahit yerine koymaktır. Neylersiniz ki Yahudi zekâsı bunda da büyük ölçü de
başarılı olmuştur.
Dipnotlar
* 2-4
Kasım, 2010 tarihinde, Şam’da yapılan “İslamî Asırlarda Doğu Arap Dünyası ve
Anadolu”, 5. Uluslararası Türk – Suriye kongresinde tebliğ olarak sunulmuştur.
Z. K.
** Selçuk
Ün. Eğitim Fak. Em. Öğretim Üyesi
Kaynakça
Kitapçı,
Z., Kuzey Türk Kavimleri Arasında İslamiyet, Hazarlar Başkurtlar ve Bulgarlar.
Konya, 2005.
Kitapçı, Z.,
Hz. Peygamberin Hadislerine Göre Hazarlar, Hz. Peygamberin Hadislerinde
Türkler, I, s. 227-240, Konya, 2010.
Kitapçı,
Z., Türk Boyları Arasında İslam Hidayet Fırtınası; Samaniler Karahanlılar ve
Selçuklular. Konya, 2005.
Kitapçı,
Z., Doğu Türkistan ve Uygur Türkleri Arasında İslamiyet, Konya, 2005,.
Kitapçı,
Z., Azerbaycan Harzem ve Oğuz Boyları Arasında İslamiyet, Konya, 2005.
Kitapçı,
Z., İlk Müslüman Türk Hükümdar ve Hakanları, Konya, 2009.
Kitapçı,
Z., Orta Asyada İslamiyetin Yayılışı ve Türkler, Konya, 2009.
el- Kufi,
İbn A’sem., K. el-Fütuh, Tan. S. Zekkar, Beyrut, 1983.
el-Mesudi,
Müruc, tah. M.M. Abdülhamid, Mısır, 1964.
el-Belazuri,
Fütuhu’l-Büldan, tah. R. M. Rıdvan, Beyrut, 1983.
et-Taberi,
Tarihu’l-Umam ve’l-Muluk, Beyrut, 1967.
İbnü’l-Esir,
el-Kamilfl’t-Tarih, beyrit, 1965.
el-Mercani,
Müstefadü’l-Ahbar, Ank., 1917.
Kurat, A.N.
Karadeniz’i Kuzeyindeki Türk Kavim ve Devletleri, Ankara, 1992.
Togan, Z.
V., Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul, 1981.
Dunlop,
D.M., The History of the Jewish Khazars, Pnncton, 1967.
Solamon,
G., A History of the Jewish, Philedelphia,1952.
Koestler,
A., The Therteenth Tribe, Newyork, 1976.
Bu yazı
TDAV Tarih Dergisi Aralık 2010 – Ocak 2011 Sayısından alınmıştır.