İslam
Kerimov
Birkaç sözlükte yapılan tarife göre
uruğ-oymakçılık, feodal topluma özgü bir insan gerçeğidir. Bu, akrabalık
ilişkilerinin bağladığı insanlar birliğidir. Soy cemaatine kendi liderinin ismi
verilirdi. O da üyeler için en saygıdeğer insan sayılırdı. Sülale menfaatlerini,
cemaatin nispeten sınırlı dünyası dışında temsil ederdi. Sülale büyüğü, sadece
üyelerini savunur, onlara hamilik yapar ve yardımda bulunurdu.
Zamanla sosyal ve ekonomik yapılar
değişti, insanlararası ilişkiler de başkalaştı. Ancak eski yapı tamamen
kaybolmadı. Unutulmuş dağ başlarında yeryüzünden silinmiş bazı bitki
örneklerine raslandığı gibi, günümüz toplumunda da uzak geçmişin bazı belirgin
izlerini bulmak mümkün olabiliyor. "Uruğ" grupları da bu tür bir
olaydır.
Bugünkü dünyada gerçek anlamda
uruğ-oymak şeklinde bölünen toplum bulmak zor. Ancak bazen şeklen değişen,
"yenilenmiş" bir halde tezahür eder. Birçok ülkede güçlü akrabalık
bağlarına rastlanmaz. Ancak onun yerine başka tür ortak bağlar kurulmuştur.
Örnek olarak, vatandaşlık, komşuluk gibi. Doğduğu bölgeden ayrılarak ülkenin
başka bölümüne yerleşen birinin hemşerilerine yardımcı olması kötü mü? şeklinde
bir soru akla gelebilir. Aralarında uruğ-oymak bağı bulunan insanların
birbirlerine yardımcı olmaları, belli bir ölçüde normaldir. Ancak
uruğ-oymakçılık, bölgesel veya etnik prensipler çerçevesinde küçük bir grubun
çıkarı için yapılıyorsa, benzeri şekilde aynı çıkar için çalışan başka bir
güruhta söz konusuysa; o kuruluşta yapılan tüm çalışmalara, devlete, millete
zararlı hale gelir. Bu güruh, amaçlarına ulaşmak için, kendi üyelerinin devlet
kademeleri de dahil olmak üzere bir kurum ve kuruluşta yükselmesi için çalışır
Böyle ise, tabii olarak potansiyel tehlike içerir. Bu durumda toplumdaki
istikrar ve güvenliği tehdit eden bu tür "uruğ-oymakçılık ve
bölgecilik" konularından söz etmemiz gerekiyor.
Şimdilik bu olaylar ciddi ve derin
olarak incelenmemiştir. Onları, sırf gelişmesinde geri kalan veya zorlu bir
geçiş döneminde ülkelerin önemli bir özelliği olarak göremeyiz. Sanayisi
gelişmiş Batı ülkeleri de bu hastalıkla karşılaşmışlardır. Bölgecilik ve
uruğ-oymakçılığı dar anlamda etnik bölgesel fikir birliğinin bir tarzı olarak
görmek mümkündür. Bir bakıma, dünyadaki çeşitlilik ve karmaşa karşısında bu
insanlar arasındaki bağlılık, onları bir sınırla ayırır. Etnik bir grubu, büyük
bir aile haline getirir.
Bu olayların uzun ömürlü olması ve
halen kendiliğinden gerçekleşmesinin sebepleri nedir, bölgemiz koşullarında
nasıl ortaya çıkmaktadır?
Devlet yapılarında uruğ-oymakçılık ve
yurttaşlık grupları etnik özelliklere göre şekilleniyor. Uruğ-oymakçılığın
amacı; kendi üyelerini devlet ve yönetim kademelerinde olabildiğince
yükseltmektir. Uruğ-oymakçılığın temelinde doğum yerinin aynı olması bulunur.
Birleştirici özellikleri, ilgi alanları ve maddî ya da manevî görüş birliği
değil, sadece aynı doğum yeridir.
"Bölgesel kimlik"in ortaya
çıkışı, yani insanların doğdukları bölgeyi esas alarak kişilik geliştirmesi,
bölgecilik ve uruğ-oymakçılığın temelidir. Biliyoruz ki, halen Orta Asya'nın
bazı yerlerinde bölgesel kimlik, millî kimlikten bile önce geliyor. Bunu
gösteren belirtiler mevcuttur. Böyle bir durumun birkaç açıdan; etnik birliğin
üst seviyesi olan milleti belirleyici faktörlerin oluşması sürecindeki uluslara
has olduğunu söyleyebiliriz.
Bazı ülkelerdeki etnik sosyal durumun
analizi, etnik çeşitliliğin hâlâ yaşanmakta olduğunu, buralarda halkın içinde
sadece lehçesine göre değil, toplumdaki ekonomik ve kültürel duruma göre de
çeşitli gruplar olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, bölgecilik ve uruğ ve
oymakçılığın ortaya çıkması için gerekli şartlar hâlâ mevcuttur.
Tarihî açıdan da Merkezî Asya'da
"milli devlet" kurma geleneği bulunmuyordu. Burada Rus istilasına
kadar mevcut olan tüm devletler, genelde sülale veya bölge prensibine göre
(Buhara, Hokant, Hive Hanlıkları) kurulmuştu. Bir başka önemli konu ise bu
Hanlıkların, önceki merkezî devlet ve imparatorlukların bulunduğu yerlerde
kurulmuş olmasıdır. O tarihte bu topraklarda çok sayıda yerleşik ve göçebe
kabile yaşamaktaydı.
Bir olan ulusun parçalanmaya yüz
tutması ve çeşitli hanlıklar arasında bölünmesi yüzünden; tahribata yol açan
savaşlar uzun zaman devam etti ve Sovyet dönemine kadar mevcut feodal
dağınıklığı pekiştirdi ve korudu.
Daha sonraki Sovyet iktidarının, millî
özellikleri "beynelmilelleştirme"ye ve eşitleştirmeye çalışması da
etnik birlikler arasında ve hatta halklar arasındaki parçalanmanın son
bulmasına değil, tersine, yenilerinin meydana gelmesine sebep olmuştur.
Aynı şekilde devlet sosyalizmi ve bir
merkezden planlanmış ekonomi, devlet mülkünün, zenginliklerin merkezden taksim
edilmesi de bölgecilik ve uruğ-oymakçılık ilişkilerinin yaşaması, genişlemesi
ve kök salması için uygun ortam oluşturdu.
Sovyetler Birliği'nde uruğ-oymakçılık
ve bölgecilik çok farklı bir yapı kazandı. Merkezî planlamaya dayalı ekonominin
katılığı, bazen de şefkatsizliği, düzenin yapısı, onların yaygınlaşması için
kolay zemin hazırladı. Nakdî ve benzeri gelirleri üleşme işini, çeşitli derece
ve makamdaki üst düzey çalışanlar yapardı. Yerel yönetimde, işletmelerde ve
diğer ticarî kurumlarda çalışanlar, bu yöneticilerin iltifatına müyesser olmaya
çalışırlardı.
Bu üst seviyeli memurlarca kabul
edilmeyi sağlayan sihirli kelime ise, o memura tanıdık veya yakın olan bir
şahsın akrabası, dostu olmak ve özel tavsiyesinden ibaret olurdu. Aynı zamanda
böyle bir yönetici, kendi iktidarını korumak ve pekiştirmek için etrafında
güvenli ve kendini destekleyecek adamlara muhtaçtı. Şahsi sadakat, onun kadro
sahasındaki politikasının ölçülerinden sayılırdı. "İyi mi-kötü mü, hırsız
mı-dürüst mü, fark etmez, bizimki" şeklindeki kaide bu politikanın temeli
idi. Toplumda bir grubun veya bir bölgenin menfaatleri, genel menfaatlerden önde
geldiği bir münasebetler sisteminin mevcut olması, çok yanlış ve tehlikelidir.
Bu durum sosyal gerginliğin artmasına neden olur. Devlete, huzur, bütünlük ve
ilerleme gayretlerine tehdit doğurur. Hayali gayelerin önde geldiği Sovyetler
zamanında uruğ-oymakçılık çıkarlarının çatışması sonucu çeşitli ihtilaflar
ortaya çıkmıştı. İhtilaflar geleneksel tarzda kudretli imha mekanizması
kullanılarak halledilir, grup içinde bulunanlar da bu konularda konuşmazdı.
Böyle kötü bir mirastan kurtulmak
devletimizin stratejik vazifelerinden biridir. Bağımsızlığa kavuşunca, gerekli
koşullar meydana geldi ve gelişti. Onun için de en yüksek siyasî kademelerden
itibaren, birlikte çalışmamıza, müşterek işimize engel olan bölgecilik,
grupçuluk olaylarına son vermek gerektiğini göstermek ve dünyada tek Özbek
Milleti olarak, Harezmli, Ferganalı, Surhanderyalı arasında fark olmadığını,
hepsinin Özbek olduğu hususunu vurgulamak zorundayız.
Bölge farklılıklarını önemli bir
konuymuş gibi göstermek en tehlikeli hatadır. Bir şahsın kimliğini bulması,
bölgesel düzeyde olmamalıdır. Herkes kendisini önce Özbek vatandaşı olarak
kabul etmelidir. Sonra da Harezmli, Semerkantlı veya Fergana vadisinin bir
bireyi olarak görmelidir. Bu durum; hepimizin sahip olduğu "küçük
vatan"ın, insanın doğduğu yerin, ülkenin kıymetini ve önemini, onun özel
hususiyetlerinin değerini düşürmez. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, fazla
abartılan bölgesel vatanperverlik, onun tecavüz meyli, milletin birleşmesine
engel olacaktır. O muhakkak bir şekilde, iç ayrılma cereyanlarına ve kültürel
açıdan dar görüşe götürür. Devlet ve toplumun huzuru ve güvenliğine birkaç
yönden tehlike de doğurur.
Bu olayların tehlikesi nedir, hangi
menfi sonuçlara götürür? Bağımsızlığımız açısından bu sorular hiç de önemsiz
değil. Ülkemiz insanlarının kaderi, çok yönden bu suallerin nasıl
cevaplandırılacağına bağlıdır.
Öncelikle bölgecilik eğiliminin
artması, bölgelerin kendini sınırlamasına, kurulan ekonomik ilişkiler
sisteminin güçsüzleşmesine ve parçalanmasına, böylece bölgenin iktisadî yönden
çökmesine neden olabilir. Bu da devlet ekonomisine kesinlikle zarar verecektir.
Genel olarak bu durum, devlet içinde merkezkaç güçlerin meydana gelmesi ve
yoğun olarak gelişmesi ile birlikte ortaya çıkar.
Ayrılma eğilimi bulunan bölgeler,
devletin bütünlüğüne karşı gerçek bir tehlikedir.
Uruğ-oymak veya bölgenin kendi
egemenliğini sağlamaya ve bencil amaçlarına ulaşmaya çalışması, devletin tüm
dairelerinde politik muhalefet olduğunu iddia eden çeşitli grupların oluşmasına
yol açabilir. Böyle gruplar arasında iktidar amaçlı hareketler giderek artar ve
devletin toprak bütünlüğünü ve yaşamını doğrudan doğruya tehdit eder.
Politik kurumlarla birlikte muhalefet
amaçlı teşkilatların da toplum içinde, millî boyutlarda gelişmesi gerekir. Bu
da, böylesi teşkilatların liderleri ve üyelerine; ulusun kendilerine mensup
olan kısmının değil, devlet ve milletin tamamının çıkarlarını gözetmesi için
sağduyu kaynağı olacaktır.
Bölgecilik ve ayrımcılığın getirdiği
bir başka tehdit de, bölgecilik ve uruğ-oymakçılık ruhunda mevcut olan
çelişkiler, bölgemizdeki aynı durumda olan milletler arasında etnik çatışmalara
dönüşebilir.
Yukarıda söylendiği gibi, Merkezî
Asya'daki yerli halkların temsilcilerine bölgemizdeki beş devletin hepsinde de
raslamamız mümkün. Ülkemiz nüfusunun çoğunluğu aynı gruplardan (Özbekler,
Kazaklar, Tacikler, Kırgızlar, Türkmenler, Karakalpaklar, Uygurlar vb.)
ibarettir ve sadece oranı değişebilir. Cumhuriyetlerin her birinde:
Kazakistan'da ve Kırgızistan'ın Oş vilayetinin güneyinde, Tacikistan'ın
Leninabad vilayetinde, Türkmenistan'ın Daşhavuz vilayetinde Özbeklerin yaşadığı
bölgeler mevcut. Taşkent ve Cizak vilayetlerinde Kazakların yaşadığı alanlar,
Kazakistan'ın kuzeyinde Rusların çoğunlukta bulunduğu vilayetler var.
Temel reformların sürdürülmekte olduğu
zor bir dönemde, toplumda azınlık olan milletlerde küçümsenme ve asıl
nüfuslarının bulunduğu ülkenin istikbaline güvenmeme hissi ortaya çıkabilir.
Böyle duygular, bölgecilik ve uruğ-oymakçılık hareketinin artması, ekonomik ve
politik hayattaki küçümsemeler yüzünden oluşmuş da olabilir. Böyle bir durumda
etnik gruplar ve milletler arasında gerginlik, zorbalık gibi hareketler kontrol
edilmeyecek dereceye ulaşır. Sovyetlerden sonra yani yakın geçmişte bu nedenle
çıkan çatışma ve facialar hiç de az değildir.
Bölgecilik ve uruğ-oymakçılık
hareketini meydana getiren etkenler hakkında konuşurken, sadece bu olayların
mevcut olmasının, bozucu havaya sebep olabileceğini de dikkate almak gerekir.
Ama kötü amaçlı yabancı güçlerin henüz tam raporlanamamış veya türlü nedenlerle
zayıflayan devletlerdeki bu durumdan, kendi jeopolitik amaçları ve çıkarları
için istifade ettiği haller tarihte görülmüştür.
Ancak, yabancı güçlerden kendi
maksatları yolunda yararlanmaya çalışan uruğ-oymak liderleri ve bölgecilik
güdenler, sonuçta o güçlerin esiri olacaktır, hatta yabancı güçlerin kendi
kötülüklerini aklamak için kullanacakları kurbanlara da dönüşeceklerdir. Bunu
tarih de onaylamaktadır.
Bölgecilik ve uruğ-oymakçılık
probleminin güncelliği ve çetinliğini anlamaktan öte, aynı zamanda bu dönemde
kritik bir durumun meydana gelmesini önlemek için nelerin yapılması gerektiğini
iyi düşünmek, potansiyel tehlikeden gerçek tehdit kaynağına dönmesini
engellemek imkanını sağlayacaktır.
Şu andaki ve daha sonraki
politikacıların yapacakları çalışmalarda; Özbekistan'ın insanî ve millî
menfaatlerinin önceliği, ülke içinde devlet kanunlarının egemenliğini sağlama
gayesi takip edilmelidir. Toplum içindeki bazı şahısların grup oluşturmasında
etken, onların belli bir soy, bölge ve etnik gruba mensupluğu değil, tüm ülke
çapında korporasyon (girişimciler, aydınlar, tarımcılar vb.) çıkarlarının
olumlu müşterekliği temel olmalı.
Tüm bölgeler, etnik ve sosyal grupların
çıkarları arasında eşitliği her zaman korumak gerekir. Çıkarların ifade edilişi
ve gerçekleştirilmesinin yasal mekanizması, bölgecilik eğilimi, uruğ-oymakçılık
hareketinin meydana gelmesi ve gelişmesine engel olmalıdır.
İzlenecek politikada, geçiş döneminde
hala mevcut olan mülkün özelleştirilmesi, ekonomik, sosyal ve bölgesel
düzenlemelerde bütün bölgelere, sosyal azınlıklara devlet kaynaklarından eşit
yaralanma ve istifade imkanını sağlamalıdır.
Yerel yönetimlere daha çok yetki
verilmesi gerekir. Kendi bölgesinin özelliklerini bilmek, devlet memurlarına bu
bölgenin maddî ve insanî imkanlardan azami seviyede yararlanma imkanını sağlar.
Islahatları gerçekleştirirken, bölgesel ekonomik, demografik ve başka
özellikler temel alındığı takdirde değişimler için uygun ortam yaratılacaktır.
Düzenlemeler için sorumluluğun büyük kısmını yerel yönetimlere bırakarak,
birikim ve çalışmalarından azamî seviyede faydalanmak ve mahallî rezervleri
çekme imkanı sağlar.
Ekonomiyi yöneten şahıslara ve yerel
yönetim kuruluşlarına daha çok ekonomik bağımsızlık tanımakla birlikte,
yöneticilerin şahsi sorumluluğunu arttırmak da şarttır. Bu da mahallî bütçenin
artması, yerel ekonomik ve sosyal problemlerin çözümü için uygun yolları açar.
Ancak, bu tür yerelleştirme için her şeyden
önce devlet menfaatlerinin öncelikli olduğu, itirazsız kabul edilmelidir.
Demokratik ıslahatların genişletilmesi
için, insanların yanı sıra tüm toplum şuurunda insanî değerlerin öncelikli
olduğu fikrinin pekiştirilmesi, etnik veya millî açıdan kabuk oluşturma
çabalarının engellenmesi, tabiri caizse mücadele edilmesi gerekir. Bu da,
Özbekistan'da millî bağımsızlığın, egemenliğin korunması ve istikrarın
sağlanması, bölgecilik ve uruğ-oymakçılık tehlikesini önlenmesi için önemli bir
kuraldır.
Milletin ve halkın manevî olgunluğuna,
kabiliyetine devlet politikası olarak bakmak gerekir. İnsan şuurunda millî
gurur duygusuyla birlikte, diğer milletlerin tarihî ve kültürel değerlerine
saygı gösterme anlayışını sağlamak şarttır. Toplumun zihniyetinde bugün dünyada
meydana gelmekte olan hadiselerle ilgilenme ve sorumluluk hissini doğurmak ve
sağlamlaştırmak gerekir.
Bugünkü gençler ve gelecek nesil için,
kendi devletinin, halkının tarihi ile birlikte dünya tarihi ve kültürünü de
iyice öğrenmek gerektiğini bilmeleri ve anlamaları için uygun ortam oluşturmak
gerekir.
Bunların tamamı, geleceğe güvenle
bakmamız, torunlarımızın kaderi, baht ve saadetleri hakkında umut
besleyebilmemiz için gerekli şartlardır.
.