Dr.Müjgân CUNBUR
Mevlana’nın düşünce sisteminde esas
olan parçadan bütüne gitmek, “fer”den asla ulaşmak, çokluktan birliğe
erişmektir. Mevlana parçanın bütünden, yani cüzün külden ayrılmamasını ister.
“Mesnevi”nin 3. cildinde Hazret-i Dekukî’yle ilgili bir hikâye anlatırken bir
hadîse işaretle Hazret-i Peygamber’in büyük kimselere “Siz benim cüzlerimsiniz.
Neden cüzü külden ayırırsınız?” diye sorduğunu, “cüz”ün “kül”den ayrılınca bir
yararı olmayacağını, vücuttan kesilen bir organın da bir işe yaramayacağını,
hatta murdar sayılacağını yazan Hz. Mevlana, aslına ulaşmayan “fer”in yani
vücuttan kopan organın öleceğini, külün de eksik kalacağını söyler. Sonra da
yedi mumun tek mum, tek mumun yedi mum, yedi mumun yedi adam, yedi adamın yedi
ağaç olmasını, her an yedi ağacın tek ağaca, tek ağacın yedi ağaca ve yedi
adama dönüşüp gaip perdesi altında sır oluşlarını anlatır.[1]
Mevlana işte bu hikâyesinde parçanın
bütünle birleşmesini, çoğun teke dönüşmesini açıklar. Nitekim bu konuşmada
üzerinde durulacak olan Türkmenler de Mevlana için bir bütünün parçasıdırlar.
Mevlana eserlerinde Türk boylarına,
millet olarak Türklere yer vermiş, birçok beyitlerinde Türkleri ve Türk
boylarını anmıştır.[2] Bu boylardan biri de Türkmenlerdir. Türkmenler
töreleriyle, yaşantılarından bazı görüntülerle, bazı özelliklerle “Mesnevi”de
ve “Divan-ı Kebir”de yer almışlardır.
Türkmenlerin toplum hayatlarında yayla
göçlerinin çok önemli bir yeri vardır. Yüzyıllar boyunca, hatta günümüzde bahar
ayları geldikte Türkmenlerin kışın barındıkları ovaları, ingin düzlükleri
bırakıp yüksek yaylalara çıkışları gelenekleşmiş, töre halini almıştır. İşte
Mevlana “Divan-ı Kebir”indeki bir beytinde “Resm-i Türkmen” tamlamasıyla bu
Türkmen töresinden söz eder ve “Ey ruh yaylaya çıkma vakti geldi, ten kışlağını
bırak; Türkmenlerin töresini sonunda
kuşlardan öğrenin.”[3] der. Beyitte kışlak ve yayla kelimeleri Türkçedir. Yayla
göçleri, ilk göçmen kuşların gelişleriyle başlar. Buraya kadar söylediklerimiz
beytin dış anlamıdır. Bilindiği üzere Hz. Mevlana’nın şiirleri birer mecazlar
âlemidir. Nitekim bu beyitte de ruhun ten kışlağından ayrılıp asıl vatanı olan
yaylaya göçmesi öğütlenmekte, tasavvuftaki ruh ve kuş bağlantısına, ruhun kuş
gibi uçmasına işaret edilmekte, bir bakıma ölüm, gerçekte varlıktaki birlikle
birleşip bütünleşme zamanının geldiği anlatılmaktadır. Türkmen töresinden söz
edilirken çok derin bir konuya böylece işaret olunmaktadır.
Bu Mevlana aşığı büyük halk şairi
Karacaoğlan yayla göçlerinde Türkmen kızlarının katarladığı mayaların
çevresinde koşuşan gök boncuklu tazılardan söz eder. “Mesnevi” de de iki yerde
Türkmen köpeklerinden bahsolunmuştur.
Bunlardan “Mesnevi”nin ilk cildinin Yahudi padişahı ile müminleri
yakmayan ateşi anlatan hikâyenin sonunda Türkmen köpekleriyle ilgili iki beyit
söylenmiş ve.
“Türkmen’in köpekleri, çadır kapısında
konuğa yaltaklanırmış.
Ama çadırın yanına bir yabancı
uğrayacak olursa köpeklerden aslana benzer hamleler görür.”[4] denmiştir.
Türkmenlerin gök boncuklu tazıları dost misafir önünde yerlerde sürünüp
yaltaklanırken, bir yabancı veya bir düşman karşısında arslan kesilmektedir.
Mevlana bu beyitlerinde Türkmen obalarının kara kıl çadırlarından “hargeh” diye
bahseder. Bundan sonraki beyit, onun parçadan bütüne gidişlerine bir örnektir.
“Kullukta, ben köpekten aşağı değilim.
Tanrı da hayat ve kudrette bir Türk’ten aşağı kalmaz.” derken bir yandan Türk’ü
Tanrı katına çıkaracak kadar yüceltir, öbür taraftan Türkmen obasını koruyan
köpeklerin kulluğunu değerlendirir.
Mesnevi’de Türkmenlerden bahseden
ikinci örneğe konuşmanın sonunda yer vermek üzere araya bir önemli konuyu
sokmak isterim. Bu araya sokulacak bahis bir bakıma işlenen konunun temeldeki
sebebini teşkil etmektedir. Bu bahis, Moğolların özellikle Türkmenlere
uyguladığı zulüm karşısında Hz. Mevlana’nın tutumunun ne olduğudur. Bu konuda
adlarını anmak istemediğim bazı tarihçiler tarafından Büyük İnsan’ın âdeta
suçlanışıdır. Gerçekten Mevlana bir Moğol dostu mudur? Moğollara hizmet eden
Selçuklu devlet adamlarını eserlerinde korur görünmesinin sebebi ne olabilirdi?
Asya içlerinden Anadolu’ya doğru bir
zulüm kasırgası gibi esip gelen Moğollar, “Divan-ı Kebir”de yer yer
zulümleriyle çapul ve talanlarıyla anılırlar.
“Tatar, dünyayı savaşla yıktı ama
yıkık yerde senin definen olur, ne diye gönlümüzü sıkalım ne diye daralalım?
Dünya kırıldı, döküldü, sen de gönlü
kırılmışların dostusun; senin sarhoşun, nerden utanacak bu çeşit kırılmadan,
dökülmeden?”
“Tatar’a benzeyen gam, kızıp da
yağmaya, çapula başlarsa ben, tıpkı otağ gibi sabır kemerini kuşanır, ayak
direr, karşı dururum.”[5]
Bu beyitlerde dünyayı savaşla yıkan
Moğollara karşı sabırla dayanmak gerektiğini öğütleyen bir millet büyüğünün
davranışı görülür. O, halkı yüreklendirmeye çalışmaktadır. 1256 yılında Konya
dolaylarında yapılan ve Selçukluların yenilgisiyle sonuçlanan bir savaş sırasında
yazdığı tahmin olunan bir şiirinde de Mevlana:
“Halk, Tatar’dan kaçıyor, bizse
Tatar’ı yaratana hizmet edelim. Halk kaçmak için yüklerini develere yüklediler;
bizim yüklerimiz yok biz ne yapalım? Halk kopup kaçıyor, biz de dama çıkıp
halkın develerini sayalım.” diye o günlerdeki korku ve kaçışı anlatır.[6]
Moğol konusu üzerinde asıl “Fîhi
Mâfih”te durulmuş, Mevlana çeşitli soruları cevaplamıştır. Bu Büyük İnsan’ın
Moğollar hakkındaki açık düşünceleri bu bahislerdedir. Bu bahisler kısaca
bakalım:
Biri Mevlana’ya Moğolların
gelişlerinde çırılçıplakken binekleri öküzken, silahları odundan yapılmış
sonradan karınlarının doyup en iyi at ve silahlarla donanıp haşmet ve azamet
içinde bulunmalarının sebebini sorar. Mevlana, onların gönülleri kırık, güçleri
yokken Tanrı’nın dualarını kabul ve yardım ettiğini, ancak bugün yani bu kadar
ihtişam ve güçlüyken yaptıkları zulüm yüzünden Tanrı’nın onları halkın
zayıflığı ve fakirliği vasıtasıyla yok edeceğini, cezalandırıldıkları zaman
dünyayı zapt edişlerinin Tanrı’nın yardımıyla olduğunu anlayacaklarını söyler.
Mevlana’nın bu cevabının sonunda Harezm Şahının Moğol tüccarlarına yaptığı kötü
muameleden, bu muamele karşısında Moğol hükümdarının tam bir vecit içinde bir
mağarada Tanrı’ya yalvardığından, Tanrı’nın da bu yalvarışı kabul edişinden söz
etmesi dikkati çeker.[7]
Birisinin “Tatarlar da kıyamete
inanıyorlar.” demesi üzerine Mevlana “Yalan söylüyorlar, kendilerini
Müslümanlarla bir göstermek istiyorlar.” diyerek Moğollara inanılmaması
gerektiği üzerinde durur.[8]
“Moğollar mallarımızı alıyorlar, ara
sıra onlar da bize mallarını bağışlıyorlar. Acaba bunun hükmü nasıl olur”
sorusunu ise “Moğol’un aldığı her şey tıpkı Tanrı’nın hazinesine girmiş
gibidir. Meselâ denizden bir testi veya küpü doldurup su alsan, o senin malın
olur. Testi veya küpteki suya kimse karışamaz, senin iznin olmadan su alan
herkes gasıp olur. Fakat testideki su denize dökülürse, o herkese helâldir. Bu
bakımdan bizim malımız onlara haram, onların malı bize helâl olur cümleleriyle
cevaplandırır.[9]
“Gidip Moğollara saygı gösteriyor,
sonra da kendimizi Müslüman biliyoruz.” diye dertlenen birisini teselli eden
Mevlana, onda bu yaptığı işin çirkin olduğunu gösteren kalp gözü bulunduğu için
adeta tebrik eder.[10]
“Gece gündüz kalbim canım sizin yanınızda,
hizmetinizde; fakat Moğolların işinden ve meşgalesinden dolayı ziyaretinize
gelemiyorum.” diye özürlerini bildiren bir Selçuklu devlet adamının sözlerini
ise “Bu işler de Hak işidir. Çünkü bunlar, Müslümanlığın güvenini temin ediyor.
Siz onların gönüllerini rahat ettirmek ve birkaç Müslüman’ın huzur ve güven
içinde ibadetle meşgul olabilmeleri için, kendinizi malınızla, canınızla feda
ettiniz. Bu da hayırlı bir iştir. Ulu Tanrı size böyle hayırlı bir iş yapmak
arzusunu vermiştir. Bu işe ilginizin artması, Tanrı’nın size olan inayetinin
delilidir. Eğer bu arzunuz zayıflayacak veya eksilecek olursa, bu da Tanrı’nın
inayetinden mahrum kalacağınıza işaret demektir. Zira Yüce Tanrı büyük ve
hayırlı bir işin, onun vasıtasıyla yapılmasını, o kimsenin sevap kazanmasını ve
derecesinin yükselmesini istemiyor, demektir.” Cevabıyla karşılar.[11] Bu da
bir tesellidir. Halkın huzurunun sağlanması için kötü olduğu kabul edilen bir
işin yapılmasının sevap sayılması da bir bakıma teselli olabilir.
Bütün bu örnekler Mevlana’nın
Moğollara karşı daima temkinli olduğunu, uyanık bulunduğunu, çevresindekilere
de sabırla direnmelerini tavsiye ettiğini göstermektedir. Moğolları hiçbir
yerde Türkmenler gibi övmemiştir. Yalnız sadakatleri için nasıl Türkmen
köpeklerini takdirle anmışsa, göbeklerinden çıkarılan misk için Tatar
ülkesinden gelen ahuları, ceylanları beğeniyle şiirlerinde mecaz olarak
kullanmıştır.
Bu bahsi Mevlana’nın Selçuklulara
karşı koruduğu, Moğolların şehit ettiği bir Türkmen uç beyi Ak Börklü Mehmet
Gazi konusuyla kapayalım. Denizli tarihinde önemli bir yeri olan Mehmet
Gazi’nin emrinde 200 bin kişilik çadır halkı bulunduğu tarihlerde yazılıdır.
Selçuklu hükümdarlarınca uçbeyliğine atanmış, kahramanlığı ile ve Türkmenlerin
kırmızı külâhlarını değiştirip ak börk giydirdiği için Ak Börklü Mehmet Bey
diye anılagelmiştir. Denizli, Honas ve Dalaman vadilerine yerleşen bu uç gazisi
Selçuk Sultanına tabi olarak beyliğine ait meseleleri, Selçuklularla
münasebetlerini düzene koymuş, yıllık vergileri teslim için Konya’ya gidip
gelmiş, bu arada da Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretlerinin dostluk ve
muhipliğini kazanmıştır.
Eflâkî’nin “Menakıbu’l-ârifin”inde:
“Muhammed Bey o ülkenin kahramanı ve
gazisi idi. Şimdi giyilen beyaz külâhlar da onun icadıdır. Bir gün Pervane bu
beyi istedi. Muhammed Bey Konya’ya gelince Mevlana hazretlerini ziyaretle
müşerref oldu. Kayseri’ye gidip emirlere, o ülkenin hesabını vermek için
Mevlana’dan yardım ve medet diledi. Baş koyup ona mürit oldu.” cümleleriyle
başlayan bir olayı anlatır. Olay şöyledir:
O günlerde Mehmet Bey’in adamları Hoca
Mecdeddin adlı bir tüccarın tacirlerini soyup elli bin dirhem değerinde
kumaşlarını alıp götürmüşlerdir. Mecdeddin bu olaydan Mehmet Bey’i suçlamış,
kıyamette bile onun düşmanı olacağını, elinden kurtulamayacağını söylemiştir.
Emir Mehmet Bey baş koyup dışarı çıkınca Mevlana, Hoca Mecdeddin’e çok yüksek
sesle şöyle bağırır:
“Hâşâ ki kurtulmasın, niçin
kurtulmasın? Kim diyor ki kurtulmasın? Vallahi, Vallahi her kim ki bizim
medresemizin kapısından geçerse kurtulur. Her kim bizi anarsa kurtulur. Her kim
bizi severse kurtulur.”
Mevlana’nın bu celâlinden korkan
Mecdeddin bütün malını Mehmet Bey’e helal eder. Mehmet Gazi Kayseri’de Selçuklu
hükümdarından ve Veziri Pervane’den türlü lütuf ve ihsanlar görür. Memleketine
dönünce birinden Hazret-i Mevlana’nın onun hakkındaki inayetini ve söylediği
sözleri öğrenir. Bütün mal ve mülkünü hediyelerle birlikte Mecdeddin’e
gönderir. O da bütün malını sadaka olarak dostlara dağıtıp Mevlana’nın
çocuklarına bağışlar.[12]
Mevlana’nın dostluğuna, böylesine
himayesine mazhar olan Gazi Mehmet Bey, Moğollarla yaptığı mücadelede damadı
Ali Bey’in hıyanetine uğrayıp mağlup olmuş, kendisi gibi uç gazisi olan kardeşi
İlyas Bey’le arkadaşı Salur Bey’in Moğolların ellerine esir düşüşlerini görmüş,
dağlara çıkıp bir süre mücadelesini sürdürmüş, sonra aman dilemek zorunda
kalmış, Konya’ya götürülürken Borgulu’da öldürülüp şehit edilmiştir. Bütün bu
olayların Aksarayî’den naklen merhum Prof. Dr. Osman Turan, “Selçuklular
Zamanında Türkiye” adlı eserinde uzun uzun anlatır.[13]
Araya soktuğumuz, bir hayli uzayan bu
bahsi burada kesip “Mesnevi’deki Türkmen köpekleriyle ilgili ikinci örneğe
dönebiliriz. Adı geçen eserin 5. cildinde Rahman kapısındaki Şeytan’ın halini
anlatırken Mevlana şöyle buyurur:
“Mülk O’nun mülküdür, ferman O’nun
fermanı. O’nun yarattığı Şeytan, O’nun kapısında en bayağı bir köpek.”
Türkmen’in kapısında bir köpek olsa, o
kapıya yüz tutar, baş koyar.
Evdeki çocuklar kuyruğunu çekerler,
onların ellerinde horlanıp durur.
Ama kapıdan bir yabancı geçse, erkek
arslan gibi saldırır ona.
Türkmen tutmaç suyundan verir ona, o
da o suyu yeter bulur bekçilik eder.”
Mevlana daha sonra benzetmelerine
başlar, Tanrı’nın yaratıp yüzlerce düşünce ve düzen bellettiği Şeytan’ın da bir
köpek olduğunu, halkın döktüğü yüz suyunu Şeytan’ın içip geçindiği tutmaç
suyuna benzettiğini söyler. Köpek Şeytan’ın kızıp saldırmasına karşı “Allah’a sığınırım.”
denildiğini bu sözün ise “Ey Hıta Türk’ü köpeğe bağır da yolu aç.” demek
olduğuna işaret eder. Bu işaretle yine Türk’ün bir yüceltilmesi yapılmış,
parçadan bütüne gidilmiştir. Yine Tanrı katına çıkarılıp sanki bir Tanrı
kudreti verilecek:
“Hâşâ, vallahi Türk, bir bağırdı mı
köpek de kim oluyor? Erkek arslan bile kan kaşanır, kan kusar.”[14]
denilmiştir.
Mevlana eserlerinde ufak ufak
ayrıntılarıyla yer alan çadırlarıyla, torunlarına tutmaç pişiren Türkmen
ninelerinden, Herise adlı keşkek yemekleriyle, az kızarmış etleriyle, badem
helvalarıyla Türkmen mutfağına, koyun sürüleri, deve katarları ile yayla
göçlerine kadar uzanan bir hayat biçimi, Türkmenlerin hayatıdır.
Mevlana Türkmenlerden başka geniş
Türklük âleminin diğer parçalarını Oğuzları, Yağma, Bulgar, Hıta, Kutu, Çiğil,
Taraz Türklerini Kıpçakları diğerlerini ve sıkça da Türk adını anar. Bu anışlar
çoğunca mecazî değildir. Mevlana Türkmenler gibi Türk milletini de millet
olarak, millet bilincine varmış olarak anar.
Konya Selçuk Üniversitesi 3. Millî
Mevlânâ Kongresi (Tebliğler)12-14 Aralık 1988, Konya
İktibas eden: Coşkun Bağır.
[1] Mesnevi-i Manevi, Tahran, 1319, s.
168; Mesnevi, Veled İzbudak çevirisi, İstanbul, 1953, C. 3, s. 156 vd.
[2] Mevlânâ’nın Eserlerinde Türk
Boyları ve Türk Kelimesinin değerlendirilmesi, Mevlânâ’nın 700. Ölüm Yıldönümü
Dolayısıyla Uluslararası Mevlânâ Semineri, 15-17 Aralık 1973, Bildiriler,
s.55-93.
[3] Divan-ı Kebir, Mevlânâ Müzesi
Yazma Nüsha No.68, s. 211.
[4] Mesnevi-i Manevi, s.19; Mesnevi,
V. İzbudak çevirisi, C. 1, s. 67.
[5] Divan-ı Kebir, Abdülbaki
Gölpınarlı çevirisi, İstanbul 1958, C.3, S.229.
[6] Age. C.3, s. 259.
[7] Fîhi Mâfîh, Meliha U. Tarıkâhya
(Ambarcıoğlu) çevirisi, İstanbul. 1958, s.85-86.
[8] Age., s.86.
[9] Age., s.84.
[10] Age., s.102-103.
[11] Age., s.14.
[12] Ahmet Eflâki: Âriflerin
Menkıbeleri, çev. Tahsin Yazıcı, Ankara, 1955, C.1, s. 525-527.
[13] Osman Turan: Selçuklular
Zamanında Türkiye, İstanbul, 1971, s. 515-516.
[14] Mesnevî-i Manevî, s.329;
Abdülbaki Gölpınarlı: Mesnevî ve Şerhi, İstanbul, 1974, C. 5, s.455-457.
.