Tarih Şuuru!

Ahmet Rüştü Çelebi
     Tarih dünü bugüne bağlayan, bugünü yarına bağlayacak olan zaman köprüsü… İnsan için hafıza ne ise milletlerde de tarih o.

     Hafızasını kaybetmiş, geçmişini unutmuş, varlığının idrakinden aciz ve gelecek düşüncesinden yoksun insanlar ne kadar zavallı, ne kadar güçsüz insanlarsa; tarihini bilmeyen talihsiz toplumlar da aynen bunlara benzer.
     Kökleri çürümüş, hayat damarları kurutulmuş ağaçlar ne ise; tarihini unutmuş, tarihi unutturulmuş, kısaca tarih şuurundan mahrum milletler de o ağaçlar gibidir.
     Milletimizin hayatında Tanzimat Fermanı’ndan, İttihat ve Terakki Komitacılığı’nın despot ve zalim idaresinden ve bunları takip eden bütün gelişmelerden sonra hemen hemen 14 Mayıs 1950 tarihine kadar toplumumuz maddede ve manada büyük travmalar geçirmiştir. Bu travmalar başka bir toplumda cereyan etseydi daha büyük tahribatlar yapabilirdi.
     Milletimizin mana köklerinin o zamanki sağlamlığı ve sağduyusu felaketlerin maksimum noktasına çıkmasına engel olmuştur. Şüphesiz İstiklal Savaşı’ndan sonraki devrimler , İmparatorluk çöktükten sonra yeni bir devletin kurulması, yeni şartlar, yeni zihniyet ve düzenlemeler üzerinde uzun tartışılması gereken hususlardır.
     Her devrim kendinden önceki rejimi, düzeni, yönetim ve yöneticileri tasfiye etmeyi, kendi düzeninin kurulması ve devamı bakımından bir nevi zaruret telakki eder.
     Hadiselerin belagatı kelimelerin belagatından üstündür. Ortada Ankara Kalesi, Beyazıt Kulesi gibi müşahhas realiteler vardır. Bu realiteleri ve ülkede cereyan eden olayları analiz ettiğimizde ister istemez geçmişin unutulması, zihinlerden silinmesi ya da siyaset bilimcilerin bile kabul zorunda kaldığı ister istemez yanlışlıklar da yapılmıştır. Toplumun, milletimizin tarih şuuru zaafa uğratılmıştır.
     Toplumda tarih şuuru zaafı doğarken, siyaset hayatında da "Seciye Zaafı" ortaya çıkmış, bugün siyasi mücadele ve uslup adeta marazi bir hal almıştır.
     Bu konuyu başka bir yazımda yeniden ele alacağım.
     Bize okullarda, Cumhuriyet öncesi Osmanlı Tarihi’nin en azından belli bir dönemi adeta bir zulüm ve uygarlık düşmanlığı, Batı karşıtlığı gibi gösterilmiş; padişahlar ülkeyi satan vatan hainleri gibi takdim edilmiştir.
     Bugün bu ülkenin gerçek saygısı olan, asgari bilim haysiyetine sahip sol aydınları dahi bu aldatmacaya, bu haksız yargılamalara karşı çıkmaktadır.
     Bizlere ilkokullarda "geçmişi unut-yeni yolu tut-Türklüğe umut-sen ol çocuğum!" şiiri ezberletilmiş; ömrü at sırtında, vatan ve ülke için çarpışan cihangir hükümdarlara bile dil uzatılmıştır. Şairin dediği gibi "Kalmasın hiçbir hakikat, dünyada Allah’ım nihan!" temennisi, artık her gün biraz daha tecelli etmektedir.
     15 Haziran 1961 tarihinde ebediyete intikal eden Türk fikir hayatının mümtaz ve maruf siması Peyami Safa 1950 yıllarında Milliyet Gazetesi’nde "objektif" sütununda yazdığı destanlık çapında bir yazısında eski Arap alfabesiyle yazılmış eserlerin yeni Latin alfabesiyle yeniden yazılabilmesi için o zamanki Türk Bütçesi’nin kafi gelemeyeceğini, Latin alfabesi ile bir milletin bir gecede okur yazalarının ümmi hale geldiğini ifade etmiştir.
     İşte Peyami Safa gibi gerçek ve yiğit bir entellektüelin devrinde en çok edebi, ruhi roman yazan, kitap yazan, Türk devrimlerini tahlil eden bir büyük ustanın, mütefekkirin tarih şuuru bize ne derecede ışık tutuyor.
     Geçelim… Türk fikir hayatı incelendiğinde milli ve manevi köklerimize bağlı Necip Fazıl Bey’in deyimiyle "mahsup sırrına" vakıf şuurlu bir rahmetli milliyetçi diyor ki:
     "Tarih şuuruna sahip bir ülkede, tarihi bir kalenin eteğinde devletin vesikalı kadınlara verdiği ruhsatlarla fuhuş icra edilemez!" Kanuni Sultan Süleyman ordularının Viyana kapılarında, yabancı ırkların bağından kestikleri üzümlerin bedelini, üzüm ağaçlarına keseyle bağladıkları anlayışla; cami yakınlarında, vakıf binalarından en iğrenç ahlaksızlığın irtikap edildiği, her gün medya kanallarında ve medya kağıtlarında en iğrenç ahlaksızlığın propaganda ve pazarlamasının yapıldığı günümüzü mukayese ediniz! Tarih şuurunun ne olduğunu anlarsınız!
     …Vaktiyle, Milli Şef döneminde, Osmanlı arşivleri çok düşük bedellerle kamyon kamyon Bulgaristan Devleti’ne satılmaktadır. Bunu fark eden şuurlu bir vatandaş tarih profesörü İsmail Hakkı Uzunçarşılı’ya koşar. Uzunçarşılı hemen Ankara’yı, Milli Eğitim Bakanı’nı arar; kamyon sınırı geçmekte iken durdurulur. O zamana kadar satılan arşiv belgeleri bir tarafa, o kamyondaki belgeler kurtarılır. Hiçbir milletin hayatında, Bolşevik İhtilali’nde, Çarlık Rusyası’nda bile görülmeyen bu hazin tecelli karşısında tarih şuurunun ne demek olduğunu idrak edemiyorsak eski tabirle; "Zehi cehalet! Zehi gaflet! Veyl halimize!" Bu hazin hadise üzerine İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Bey’in yakın dostu "Üç İstanbul" adlı roman yazarı Mithat Cemal Kuntay acı bir şiir yazar. Ve bu şiirinde anlam itibariyle "Tarihini okkayla satan millete bak!" gibi bir mısra yer alır.
     Tarih şuuruna güzel bir örnek olsun diye 27 Mayıs 1941 tarihli Tasvir-i Efkar Gazetesi’nde yayınlanan, Peyami Safa’nın Hüseyin Cahit Yalçın’a yazdığı bir yazıdan küçük alıntılar yapacağım. Aslında bu yazı bu milletin, bu ülkenin geçmişi ve geleceği üzerine kafa yoran her vatanseverin ciddiyetle okuyup adeta ezberlemesi gereken bir yazıdır. Bir polemik örneği olarak, bir uslup güzelliği olarak unutulmaz bir yazıdır. 4-5 yıl önce önemli bir kitabın tanıtıldığı, ciddi araştırmacı ve yazarlarımızın bulunduğu Çırağan Oteli’ndeki kalabalık tanıtım toplantısında meşhur yazar ve araştırmacılarımızın dahi bu yazıdan haberi olmadığını gördüm. Mümkün olsa düşüncesine, gerçek saygısına, millet sevgisine güvendiğim yazarlara, düşünürlere, siyasetçilere bu yazıyı ayrı ayrı gönderir; okumalarını, üzerinde düşünmelerini rica ederdim.
     "Ammenin ruhundaki manasıyla Hüseyin Cahit bu memlekette bir adamın değil; bir zümrenin adıdır. Bu zümrenin içinde bir değil, on değil, pek çok H. Cahit vardır.
     …Sarıkamış’ta 100 bin Türk çocuğu bir strateji kumarını ödemek için harcanırken Beyoğlu’nda Büyük Kulüp’te poker oynayan zümre budur. Kafkas’ta açlıktan pabucunu yiyen Mehmetçik haykıra haykıra ölürken, Suriye’de Cemal Paşa karargahında şampanyasını içip göbek atan zümre budur.
     …Harp isteyen zümre budur. Çapul isteyen zümre budur. Gözleri Türk kanına, kesesi Türk servetine doymayan zümre budur.
     Hüseyin Cahit ne kelime! Sittin senedir bu memleketin iliğini emen ve bütün felaketlerimizden mesul sürü sürü H. Cahitler vardır.
     İstiklal Marşı şairi büyük Akif, Ankara’da Tacaddein Dergahı’nda İstiklal Marşı’nın 3 gecede ağlayarak yazmıştır. O sırada yanında Vet. Dr. Şefik Kolaylı vardır. (Neyzen Tevfik’in kardeşi, M. Akif’in arkadaşı)
     Ben M. Akif Ersoy’un kişiliğini, vasıflarını, bizzat ondan dinlemiştim. Bu şiir için, ortaya konan ödülü kabul etmeyen bir kahraman. Üzerinde paltosu, pardesüsü yok. 500 lira ödülü milletine yazdığı şiir için kabullenmeyi bir zül telakki eden seciye sahibi… 724 şair içinde birinci gelmiş, İstiklal Marşı Meclis’te o zamanki milli eğitim bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından 2 defa okunmuş, milletvekilleri ayakta alkışlamışlardır.
     Mithat Cemal Kuntay "M. Akif" adlı eserinde Akif’in farklı, aykırı, harikulade seciyeli, büyük bir şair olduğunu müthiş üslubu ile anlatmıştır.
     Süleyman Nazif gibi bir üslup abidesi, kolay kolay kimseyi beğenmeyen şair, yazar; "Akif’in sadece Çanakkale Şehitleri Destanı" onu ebedileştirmesine kafidir demiştir.
     İşte bu vasıflı insan, ulvi bir davanın fütursuz savunucusu M. Akif Ersoy bile gerici sayılmış, ülkesinden Mısır’a bir anlamda hicret zorunda kalmıştır.
     Onun ölümsüz mısraları aşağıdadır.

"Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem,
 Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem

Biri saldırdı mı ecdadıma hatta boğarım
Boğamazsam da hiç olmazsa yanımdan kovarım!

Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu!
İrticaın şu sizin lehçede manası bu mu?"

     Tarih şuurundan mahrum, geçmişinden bihaber, geleceğin endişesini taşımayanlar, Cemil Meriç’in ifadesiyle muhteşem bir maziyi muhteşem bir geleceğe bağlama yeteneği olmayan başıboş bir sürü gibidir.
     Bu tür bir topluluğu, sürüy Necip Fazıl Bey’in anlamlı dizeleriyle ifade edelim:

"Bıçak sıksan gölgeme,
 Sıcacık kanım damlar.
 Bir de gir bak ülkeme,
 Başsız başsız adamlar!"

     Başta tarih şuuru olmak üzere, her anlamda, her sahada şuurlu insanlara ne kadar muhtacız.


.