Balaban (Giyasüddîn Uluğ Han)

Delhi Müslüman-Türk Devleti hükümdarı. İsmi Balaban olup Türk’tür. Ecdadı, Kıpçak boylarındandır. Babası, on bin çadırdan meydana
gelen Alp-Eri kabîlesinin başbuğu idi. Doğum yeri ve târihi bilinmemektedir. 1287 (H. 686) senesinde Delhi’de vefât etti. Sultan İltutmuş’un kabri civarındaki kabri hâlen harabe halindedir.


Balaban, Aybek’in kurduğu Delhi Memlûk Devleti’nin İltutmuş’dan sonraki en büyük hükümdarıdır. İltutmuş’un çocukları zamânında çökmeye ve dağılmaya yüz tutan Türk Devleti’ni yeniden kuvvetlendiren ve Hindistan’ı Moğol istilâsından koruyan Balaban, parlak fetihleriyle Müslümanların nüfuzunu genişletip kuvvetlendirdi.

Gençliğinde küçük kardeşi ile beraber Moğolların elinde esir olan Balaban, önce Bağdad’a, sonra Gücerat’a götürülüp esir diye satıldı. İlmi ve dürüstlüğüyle tanınan Hoca Cemâleddîn Basrî isimli bir zât tarafından satın alındı. O zâttan ilim öğrendi, iyi bir terbiye ile yetiştirildi. 1232 (H.630)’da Delhi’ye götürülerek Sultan İltutmuş’a takdim edildi. Balaban’ın zekâ ve kâbiliyetini gören Sultan, onu kendi hizmetine aldı. O günden sonra yıldızı parladı ve kırk kişiden meydana gelen devletin üst seviyedeki yöneticileri arasında yer aldı.

Moğolların İstilasını Önledi

Alâeddîn Mesûd zamânında emir-i hâcibliğe yükselen Balaban, 1245’de Sind’i istilâ eden Moğollara karşı harekete geçerek, hükümdarı ve emri altındaki beyleri harbe teşvik etti. Kazandığı zaferlerle Moğolların ellerindeki binlerce Müslüman ve Hindli esiri kurtararak Hindistan’ın Moğollarca istilâsını önledi. Kazandığı bu zafer ile şöhreti her yere yayıldı. Halk ve beyler arasında büyük îtibâr kazandı.

1246 (H.644) senesinde Sultan Nasîrüddîn Mahmûd tahta geçince devlet idâresini eline aldı. Kızını, Sultan Nasîrüddîn Mahmûd ile evlendirdi. Balaban, melik ünvanı yerine han ünvanını aldı. Az zaman sonra da idârî ve askerî bütün işlerde hükümdarın nâibliğine yâni vekilliğine tâyin edildi. İlk iş olarak devlet idaresine sızan fitnecileri azledip, topluluklarını dağıtan Balaban’ın ordu ve halk üzerindeki nüfuzu arttı.

Fakat sarayda onun başarılarını çekemeyen, mevkî ve makam sâhibi kimseler de vardı. Bunlardan Hindû dönme İmâdüddîn Reyhan, çeşitli gizli hîle ve entrikalarla, hükümdarı, Balaban aleyhindeki iftiralara inandırdı. Bunun sonunda 1253 (H.651) senesinde Balaban iş başından uzaklaştırıldı ve taraftarları azledildi. Vilâyetlerde hoşnutsuzluk ve anarşi çıkması üzerine 1254 (H.652) senesinde tekrar işbaşına getirildi. Devlet, böylece ehil ellerde emniyet altına alındı. Balaban hizmet aşkı ile işe başlayıp kısa zamanda eski nizam ve intizâmı sağlayıp memleketin huzurunu temin etti.

Delhi Sultanı Oldu

Müslüman köyleri yakıp yıkan Hindli isyancıları bastırtıp, ocaklarını kuruttu. İltutmuş soyundan gelen Sultan Nasîruddîn Mahmûd’un vefâtı üzerine Balaban, “Es-Sültân-ül muazzam, Gıyâsüddünyâ ved-dîn” ünvanı ile 1266 yılında Delhi Türk Sultanlığı tahtına geçti. Sarayda ve devlet nizâmında düzenlemeler yaptı. Yirmi iki yıllık saltanatı boyunca, adaletten ayrılmadı. Affetmeyi severdi. Kurduğu düzenli ordu ile Moğollarla mücâdele etti.

Bengal vâliliğine tâyin ettiği kölelerinden Tuğrul Han, memleketinin uzaklığını ve Sultan’ın Moğollarla uğraşmasını fırsat bilerek isyan bayrağını açtı ve sultanlığını îlân etti. İsyanı bastırmak için önce bir ordu gönderen Balaban, sonra ordusunun başında, isyan merkezine hareket etti. Tuğrul Han, hazîne ve fillerini alarak uzaklara çekildi.

Onu yakalamadan Delhi’ye dönmeyeceğini bildiren Balaban, Tuğrul’u yakalayıp cezalandırdı ve Bengal’e ikinci oğlu Mahmûd Buğra Han’ı vâli tâyin etti. Sonra âsîlerin hâlini gösterip; “Olur ki bir gün müfsit bir nankör sana, Delhi’yi dinleme, sultanın buyruklarına uyma der. O vakit sen, cezalarını gören şu kimseleri hatırla. Benim sözümü unutma ve bil ki, Hint, Sint, Mevla, Gücerât, Laknarti (Bengal), Senargaon’da bulunan, haraç ve cizye veren hükümdar ve valiler, Delhi sultânına karşı ayaklanıp kılıca sarılsalar; kendilerinin, çoluk-çocuklarının, adam ve oymaklarının sonu, Tuğrul ve Tuğrullarınkiler gibi olacaktır” dedi. Sonra da Delhi’ye döndü.

Bu büyük gaileden kurtulmuş olan Sultan, çok geçmeden büyük oğlu Muhammed’in 1285 (H.684) de Pencab’a giren Moğol orduları ile yaptığı harpte şehit olduğu haberini aldı. Âlimleri, sâlih ve velîleri himaye eden fazîlet sahibi veliahdının şehâdeti, Balaban’ı ziyadesiyle sarstı. O zaman seksen yaşında olan Balaban, öteki oğlu Buğra Han’ı Bengal’den getirip veliaht yaptı. Buğra Han, Bengal’i daha iyi bulup oraya gidince, Balaban, Muhammed’in oğlu Keyhüsrev’i veliahtlığa getirdi ve 1287 (H.686) târihinde vefât etti.

Dinine Çok Bağlıydı

Her işini âlimlere danışan, kadılara ve müftîlere hürmet eden bir sultan olan Balaban, hazarda ve seferde gece de dâhil ibâdetini terketmezdi. Mübarek yerlerde uyumadan sabahlar, cemâate iştirak eder, abdestsiz dolaşmazdı. Cumâ namazını eda ettikten sonra bulunduğu yerdeki âlimlerin, sâlihlerin, velîlerin kabirlerini ziyaret ederdi. Sonra Şeyh Burhâneddîn Balkî, Mevlânâ Sirâceddîn Sencerî, Kadı Şerefüddîn Velvacî ve Mevlânâ Necmeddîn Dımeşkî gibi zatları ziyaret eder, duâlarını alırdı.

Din adamlarının ve ileri gelenlerin cenâzelerine katılır, vefât eden zâtın yakınlarına geçimleri için maaş bağlardı. Atı üzerinde giderken Kur’ân-ı kerîm okunduğunu işitse, hemen iner, halkın arasına oturur, sonuna kadar dinlerdi. Hâlis bir Müslümandı. Moğol istilâsından Hindistan’a İlticâ eden garip Müslümanlara kucak açıp, büyük yardımlarda bulundu. İnsanlar bu âdil sultan zamanında rahat ve huzûr içinde yaşadılar.

Balaban'a Göre Hükümdarın Vazifeleri

Balaban’ın saltanatı, ilmin ve sanatın gelişmesi bakımından da dikkate şâyândır. Devrinde büyük şâirler yetişti. Âlimler ve sanatkârlar himaye gördü. Ferîdüddîn Mesûd Gencişeker, Sadrüddîn bin Bahâüddîn Zekeriyyâ, Bedrüddîn Gaznevî gibi sâliher; Hamîdüddîn, Bedrüddîn Dımeşkî, Hüsâmeddîn gibi tıb âlimleri; emir Hüsrev Dehlevî ve Hasan Dehlevî gibi büyük şâirler, Balaban’ın devrinde yetişip himâye görenlerdendir.

Âlimlere hürmette kusur etmeyen Balaban’ın kendisi de ilim sahibi idi. Ona göre; bir hükümdar şu dört işi yapmakla kurtulur. Birincisi; dîni koruyup, onun emir ve yasaklarını tatbik etmek, ikincisi; ahlâksızlığı, suçları, günah, israf ve sefâleti yok etmek. Üçüncüsü; dindar, Allah korkusu olan ve asîl görevliler tâyin etmek. Dördüncüsü; adaletin tatbik edilmesine dikkat etmek. Bu sebeble şöyle demiştir; “Benim bütün yapabileceğim, zâlimlerin zulmünü kaldırmak ve kânun karşısında herkesin eşit olmasını temindir. Devletin ihtişamı, tebeayı (halkı) sâdık ve disiplinli kılabilmesine bağlıdır. Zâlim hükümdar, rüzgâr altında mum gibidir.”
İbn-i Battûta’nın da bildirdiğine göre, Delhi Müslüman-Türk Devleti’nin büyük hükümdarı Balaban; adaletli, fazîletli ve güzel ahlâk sahibi bir zât idi. İnsanlara hizmeti sever, onların duâlarını almaktan zevk duyardı. Fakir, fukara, yetim, borçlu ve mazlum kimselerin himaye gördüğü Dâr-ül-emîn isminde hayırlı iş ve hizmetler gören bir merkez yaptırdı.
Teşrifat usûllerine yerli yerince riâyet etmesine rağmen, husûsi hayâtı çok sâde idi. Nizam ve intizâmı sever, en mahremlerinin yanına bile düzgün bir kıyafetle çıkardı. Ciddiyeti sever, şakadan, eğlenceden, maskaralardan, dalkavuklardan, soytarılardan hoşlanmazdı. Kahkaha ile güldüğü görülmedi. Bundan dolayı en yakınları dahî, ona karşı sevgi ve korku ile karışık bir hürmet duyarlardı.

Balaban, devlet menfaatini ve devleti temsil eden sultânın nüfuzunu her şeyin üstünde tutardı. Zamanında posta ve istihbarat işleri için Berid teşkilatı kurdu. Lüzum gördüğünde gerekli cezayı vermekten çekinmezdi. Nefsine hâkim olup, hiç kimseye ve hiç bir şeye karşı zaaf (meyil) göstermezdi. Uzun ömrü boyunca îmân, irâde ve çalışma azminden hiç bir şey kaybetmedi. İcraatları, güzel ahlâk ve siyâsetiyle, orta çağ Türk târihinin en büyük hükümdarları arasında yer aldı.
http://www.turkalemiyiz.com/asil/turksultanlari.asp?id=150

****
Delhi Türk Sultanlarından
BALABAN HÂN
(öl. h. 686/ m. 1287)
Doç. Dr. Ali Fuat Bilkan
Fatih Üniv. Öğretim Üyesi
ÖZET
Bu çalışmada Hindistan’da 1266-1290 yılları arasında hüküm süren Balabanlılar Türk Sultanlığının tahtında bulunan Balaban Hanın hayatı anlatılmıştır.
Balaban Hanın Delhi Türk Sultanlığına nasıl yükseldiği ve daha sonra sultan olunca (M. 1266) Moğollarla ilişkileri ve devlet içindeki kültürel faaliyetlerinden bahsedilmiştir.
ABSTRACT
The life of Balaban Khan who ruled India from 1266 to 1290 under Balaban Sultanate (a Turkish Saltanate) is narreted.
His ascension to the throne of Delhi Turkish Sultanate, its relations with the Mongols (1266), and culturel activities with in state system are dealt with.
Hindistan yarımadasında tarih boyunca pek çok Türk Devleti kurulmuştur. 1206 ile 1526 yılları arasında kuzey Hindistan’da hüküm süren Dehlî Türk Sultanlıkları, Kutbîler (1206-1266), Balabanlılar(1266-1290), Kalaç Sultanlığı (1290-1320), Tuğluklular (1320-1414), Seyyidîler (1414-1451) ve Lodîler (1451-1526)’den oluşmaktadır. Son Lodî Sultânı İbrahim Lodî’yi mağlub eden Muhammed Zahirüddin Bâbur, daha geniş bir coğrafyayı kapsayacak olan Babur Devleti’ni kurmuştur. Bu devlet, 1526 ile 1858 yılları arasında tam 332 yıl hüküm sürmüştür. (Bayur, 1987)
Hindistan coğrafyasının Türkleşmesi ve İslâmlaşması sürecinde, Moğol baskısından kaçarak Hindistan coğrafyasına yerleşen göçmenlerin rolü büyüktür. “Cengiz Han ordularının önünden kaçan muhacirlerin oluşturduğu ilk dalga İltutmuş’un Delhi’deki sarayına İran’dan yöneticiler, Çin’den ressamlar, Buhara’dan ilahiyatçılar, her taraftan derviş ve şeyhler, her bölgeden kadın ve erkek sanatkârlar, Yunan tıbbında usta doktorlar ve nihayet filozoflar getirmiştir”(Aziz Ahmed, 1995 : 33) Bu göç dalgaları, Muhammed bin Tuğluk zamanında da devam etmiştir. Böylece zamanla bu bölgede yoğun bir Türk ve müslüman nüfusu da oluşmaya başlamıştır.
“Dehli Türk Sultanlığı, bir bakıma Gazne Devletinin devamıdır. Gazneli Mahmud’un Hindistan’a seferler düzenlemesiyle ordusuna, Afganlı, İranlı ve Türk asıllı olup Afganistan’da yerleşmiş bulunan Halaçlar ile çok sayıda Orta Asya Türkünün katılması üzerine, Mahmud devri Maveraünnehr ile Hindistan arasında bir göç köprüsü olmuştur. Böylece çok sayıda âlim ve Türk cengâveri Türkistan’ı terk edip Hindistan’da yerleşmeye başlamışlar ve burada büyük ilgi görmüşlerdir”(Türkmen,1989:IX).
Hindistan coğrafyasında giderek artan Türk nüfusu, irili ufaklı beyliklerin ve devletlerin kurulması ve bölgenin Türk hâkimiyetine girmesi sonucunu doğurmuştur.
Delhi Türk Sultanlıklarından biri olan Balabanlılar, sadece yirmi dört yıl devam etmiş kısa ömürlü bir devlettir. Balabanlılar Devleti kurucusu ve Gıyâsüddîn Uluğ Hân lâkabıyla da bilinen Balaban Hân, XIII. yüzyılda kurulan Dehlî Türk Devletinin önemli hükümdarlarındandır. Türk hakan Aybek tarafından kurulan Dehlî Türk Devleti, Sultan İltutumuş zamanında en parlak çağını yaşamıştır. Ancak İltutmuş’un ölümünden sonra devlette dağılma tehlikeleri baş göstermiştir. İşte tam bu sırada tahta çıkan Balaban, devletin düzenini sağlamış ve kısa sürede devletin yapısını kuvvetlendirmiştir. Balaban, “Kırklar” denilen Türk beyleri ve valilerini, birliğin temini konusunda bir araya getirebilmek için büyük çaba göstermiştir.
Balaban ismi, Türkçe bir isim olup doğan, çakır ve şahin gibi avcı kuş anlamına gelmektedir. Kıpçak Türklerinden Alperi kabilesine mensup olan Balaban kabile hânının oğludur. Balaban, gençliğinde kardeşi ile birlikte Moğollara esir düşmüş ve önce Bağdat’a oradan da Gücerat’a götürülmüştür. Gücerat’ta Hoca Cemâlettin Basrî tarafından satın alınan Balaban, iyi bir eğitimden geçirilmiş ve 1233 yılında Delhî’ye gönderilerek Sultan İltutmuş’un sarayına yerleştirilmiştir. Burada kırk Memluk emiriyle birlikte âzât edilen Balaban Hân, sırasıyla emîr-i şikârlık, mîrâhurluk ve emîr-i hâciplik makamlarında bulunmuştur. Balaban Hân, 1245’te komutasındaki orduyla, Sind’i istilâ eden Moğolları yenilgiye uğratmış ve 1246’da Nâsırüddin Mahmud tarafından vezir tayin edilmiştir.
Yaklaşık yirmi yıl boyunca vezirlik makamında oturan Balaban, halkın büyük sevgisini kazanmış ve 1249’da Uluğ Hân ünvanıyla, Nâsırüddin Mahmud b. İltutmış’ın nâipliğine getirilmiştir. Sultan’ın kızıyla da evlenen Balaban Hân, devlet idaresinde itibârlı bir yer kazanmıştır. Hint racalarından Çahâr Deva’yı yenerek 1252’de Delhî’ye girmeyi başaran Balaban, başarılarını çekemeyen rakipleri tarafından gözden düşürülmüş ve bunun sonucu olarak bir süre saraydan uzaklaştırılmıştır. Ancak devlette işlerin kötüye gitmesi üzerine Türk beylerinin de ısrarıyla, Balaban’ın rakibi Hint dönmesi Reyhân azledilerek, 1 Şubat 1254’te Balaban yeniden Delhi sarayına davet edilmiştir.
Balaban, İltutmuş’un iktidarı boyunca, vezirlik makamında büyük başarılar elde etmiş ve hem Moğollara karşı hem de Hint racalarına karşı zaferler kazanmıştır. Bütün bu başarıları ve sultanla olan akrabalık bağı, İltutmuş’un ölümünden sonra Balaban’ın “Gıyaseddin” lakabı ile tahta geçmesini kolaylaştırmıştır. (h.664/ m.1266)
Balaban Hân, içte ve dışta asayişi temin ederek Moğol tehlikesine karşı koyabilecek kuvvetli bir ordu kurmuştur. İsyancı beyleri cezalandıran ve içeride can ve mal güvenliğini sağlayan Balaban Han, Lakhnauti ve Bengal valisi Toğrul’un isyanını bizzat bastırarak Bengal valiliğine oğlu Buğra Hân’ı tayin etmiştir.
Kırk yıl gibi uzun bir süre devlet yönetiminde bulunan Balaban Hân, iyi bir haber alma teşkilatı(berîd) kurmuştur. Hindistan’daki İslâm nüfuzunun genişlemesini sağlayan Balaban Hân, âdil bir yönetim anlayışını hâkim kılmış ve sanatçıları, ilim adamlarını koruyarak başarılı bir devlet adamı kimliği ortaya koymuştur. Balaban’ın saltanatı sırasında, Feridüddin Mes’ûd, Sadrüddin b. Bahaüddin Zekeriya, Bedrüddin Gaznevî gibi şeyhler, Hamîdüddin, Bedrüddin Dımışkî, Hüsamüddin gibi tıp âlimleri, Hüsrev-i Dehlevî ve Hasan-ı Dehlevî gibi şairler, büyük iltifatlara mazhar olmuşlardır.
Balaban Hân, Delhi’yi Moğol saldırılarından korumak için oğlu Muhammed Hân’ı Pencab’a göndererek buradaki Moğol akınlarını geri püskürtmeyi başarmıştır. Ancak halkın çok sevdiği bu şehzadenin bir süre sonra Moğollar tarafından şehit edilmesi, Balaban Hân’ı derinden etkilemiş ve devletin istikbâlini de tehlikeye sokmuştur.
Gerçekten de Şehzade Muhammed, babasının yerini tutabilecek yegâne taht vârisiydi. İlim erbabına ve sanatçılara sahip çıkan Muhammed, devrin şairlerine ihsanlarda bulunmakta ve şiir sohbetlerine bizzat katılmakta idi.
Büyük şehzadesinin vefâtından sonra, bir yandan devlet işlerini yürüten Balaban Hân, bir yandan da onun yasını tutmuş ve 1287’de seksen yaşında vefât ettiği ana kadar, oğlunun acısını unutmamıştır.
Balaban Hân’ın mezarı Delhi civarında olup kubbesi yıkılmış ve mezar taşları tahrip olmuş bir haldedir.
Balaban’ın ölümünden sonra, tahta Balaban Hân’ın torunlarından Muizzeddin Keykubat ve kısa bir süre sonra da onun oğlu Keyümers geçmiştir. Ancak yeteneksiz ve dirayetsiz olan bu kişiler, devleti ayakta tutmayı başaramamış ve Balabanlılar’ın saltanatı 1290 yılında sona ermiştir. Böylece saltanat Memlük Türklerinden olan Kalaçlar’ın eline geçmiştir.
BALABANLILARIN SOY AĞACI

Gıyasüddin Balaban Aybeg Keşlü Hân
(1266-1287)
Alâüddin Muhammed
Mahmud Buğra Hân Muhammed Sultan
Keyhüsrev
Rüknüddin Keykâvus Şemsüddin Fîrûz Muizzüddin Keykubad
(1287-1290)
Şemsüddin Kiyümers
(1290)
Kutlug Hân Hâtim Hân Gıyasüddin Nâşirüddin Buğra Şâh
Bahadı
KAYNAKLAR :
Aziz Ahmed (1995), Hindistan’da İslâm Kültürü Çalışmaları, İstanbul.
Bayur, Y. Hikmet (1987), Hindistan Tarihi, C.I, TTK. Yay., Ankara.
Bıyıktay, Halis (1989) Timurlular Zamanında Hindistan Türk İmparatorluğu, Ankara.
Bilkan, Ali Fuat (1996), “Hindistan Kütüphanelerinde Bulunan Türkçe El Yazmaları”, Türk Dili, Sayı: 532, Nisan.
Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi (1988), c.9, Çağ Yay. İst.
Köprülü, M. Fuad (2001), “Balaban”, İslam Ansiklopedisi, c.II, MEB., 5. bs., İstanbul, s.263-268
Merçil, Prof.Dr. Erdoğan (1985), Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, İstanbul.
Rasonyı, Prof.Dr. Laszlo (1971), Tarihte Türklük, Ankara.
Rızvı, S.A.A. (1996), The Wonder That Was India, Part I-II, New Delhi
S. Abıd Husaın (1994), The Natonal Culture Of Indıa, New Delhi.
Togan, Zeki Velidi (1960), “Tahran Kütüphanelerinde Hindistan’dan Gelen Eserlerde Çağatay Dil ve Temürlü Sanat Âbideleri”, TTK. Belleten, Temmuz 1960, C. XXIV, sayı: 95, s. 441-445

Türkmen, Erkan (1989), Emir Hüsrev-i Dihlevî’nin Hayatı, Eserleri ve Edebî Şahsiyeti, Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ankara