Not: Adını bilmediğimiz Türk
kahramanlarının anısına, yiğit Suat Ezirmik ağabeyime ithaf...
Bir andır kahraman kılar kişiyi. Bir
çağdır, bir zaman dilimi...
Olması gerektiği için, olmasını Tanrı
dilediği için...
Orada, o çağda o iş için hazırdır
kahramanlar. Ne fazla bir emek, ne fazla bir dilek, ne fazla bir iş...
Tanrı yiğitleri yiğitlik için
yaratmış...
Türk ulusunda, olduğunca yüklüdür
yiğitlik andının tutkulu sahipleri. Olmadık yerde ve çağda ortaya çıkıp,
yetkince görev kılıp, sonra bir kenara çekilmek onların işidir. Bilinseler de
bilinmeseler de onlar öyledirler.
Zamanla geriye çekilmeyi, sessizliğe
bürünmeyi bilirler. Seçerler de... Kahramanlık orunlarıdır. Onlar kahraman
olmak için doğmuşlardır, yaşamışlardır.
Onları unutmak, değerlerince anmamak,
yittiklerinde yanmamak ihanettir anılarına. Adları geleceği ışıtacak, daha nicesini
coşturacak, ulusun gücü olacaktır.
Kahramanları olmayan bir ulusun
yaşaması ne mümkün!
Kimi örnek alacak gençler? Kime
tutunacak?
Yazıcı erlerin bir görevleri de
uluslarının yiğitlerini arayıp bulmaktır, unutulmaz kılmaktır.
Onların destanlarını yazmak,
dillendirmek...
Bilmek, bildirmektir.
Şimdi bütün Türk kahramanlarının
indinde; adı yokluklara sığınmış bir ulu kahramanı anlatacağım, yettiğimce.
Tanrı daha nicesini anma gücünü tanısın bana! Bulup bilmeyi, bilip yazmayı...
Göklü Türk kağanlığı zor çağlarında...
Geçmiş ışıklı günlerinin özleminde
varlığını sürdürmeye çalışmakta.
Yurt bütünlüğü için can vermeye hazır
Türk erleri, begleri, irkinleri; sınırları tutup uçmaklığa aday saklarını
sürdürürken; kandaş budunlar, yağıların oyununa gelip devletin bütünlüğüne
karşı durmakta, baş kaldırmakta...
Yıl 735...
Günbatısında savaş eksik olmuyor.
Güçlü bozkır budunları aynı soylu Göklü Türklerin yönetimine karşı çıkıyorlar.
Savaşlar, utku değil, kandaş kanlarının toyu gibi.
Gök köklü Türk devletinin günbatısı;
seksen yaşında bir kocamış yiğide emanet edilmiş.
Bagatır Kuli Çur...
Her şeyden üstün bellediği devletini
korumak için onca yaşında Şad’lık orununu kabul etmiş ki bu orun çağın en
zorlu, en istenmeyen orunu.
Tarduş Şadı...
Geçmişte, Türk Kağanı Bilge;
gençliğinin en genç çağlarında, apası Kapgan Kağan’ın buyruğu ile almıştı bu
orunu. Yanına, gelmiş geçmiş en kutlu Türk yiğitlerinden biri olan kandaşı Kül
Tigin’i alıp, bu yanda kanla bir geçmiş oluşturmuş, devletin sürmesi için
"Gece uyumadan, gündüz oturmadan” uğraş vermişlerdi birlikte. Bir günleri
savaşsız, bir anları kansız geçmemişti. Altlarında atlar ölmüş, kerelerce
yaralanmışlar, yorulmamış, dinlenmeye gerek görmemişlerdi.
Onlardan çağlar sonra, şimdiki Türk
kağanının buyruğu ile Tarduş Şadı kılınmıştı Bagatır Kuli Çur.
Yedi yıldır bu şadlık görevindeydi.
Öncesinde sıradan bir er, sonrasında sıradan bir beg; şimdi, kocamışlığında
şad...
Savaş, yaşamanın adı olmuştu onun
için. Bu kocamış savaşçı, yaşından genç bedeni ile her savaşta en başta, en
önde savaşmayı görev bilmişti.
"Kağan’ın buyruğu bu yanı koruyup
kollamaksa, can bedenden çıktığına dek, savaşmak benim görevim. Ta ki devletim
var olsun!”
Şadlık orunu yalnızca bir gerekliliğin
imiydi. Öyle istendiği ve beklendiği için değil hak edildiği için ona
kılınmıştı. Oğulları, kandaşları, oğuşunun, uruğunun erleri kocamışlığını ileri
sürüp dinlenmesini istediğinde güler, Gök’e dikerdi gözlerini. İnancının
dilince açıklardı ki "Benim dinleneceğim yer orası olacak! Başka yer
yasaklığım kılındı.”
Böylesi bir kahramanın, böylesi bir
erin ardında savaşmak ne büyük övünçtü ki erleri onu çok sever, ona salınan
okların, ona çalınan kılıçların önüne atardılar kendilerini.
O da aynısını yapar...
İstemezdi kandaş kandaşı vursun. İstemezdi
kandaş kandaşı kırsın. Anlatmak için çabalardı; ancak en doğru anlatının savaş
olduğunu bilirdi.
"Utkuyu kazanacak, kandaşlarına
buyruğa uymayı öğreteceksin!”
Başka yolu yoktu.
Karluk budun başkaldırdı. Türk
kağanını tanımadığını, Türk devletinin töresine uymadığını duyurdu Karluk
İlteberi.
"Ordumu alıp, Gök köklü Türkleri
vuracağım. Gidip Ötüken Yış’a oturacağım!”
Göklü Türk kağanı ordusunu alıp o yana
sürdüğünde, ulak saldı Tarduş Şad’ı Bagatır Kuli Çur’a ki "Varıp Karluk
ordularına karşı çık. Ben de ordumla gelip...”
Buyruk, demiri kesen buyruk!
"Durur muyum?” deyip atlandı
yiğit Bagatır Kuli Çur. Ak atının üzerinde, yine en önde...
Karluklar üzerine bu kaçıncı seferdi.
Bitmek tükenmek bilmeyen direnci kırmak için bu kaçıncı kavgaydı. Güçlü, kalabalık,
savaşçı Karluklara karşı azlık ordu ile karşı çıkmak ne büyük yiğitlikti.
Seksen yaşındaki kocamış savaşçı;
acuna savaşçılığın ne olduğunu anlatmak için yaşıyordu sanki.
Var gücüyle bindirdi Karluk ordusuna.
Onun gelişi bir başka etkiydi. Onun savaşması bir başka yetkiydi. Kaç kez
oklandı, kaç kez kılıç, kargı yarası orun oldu bedenine. Durmadı, dinlenmedi ta
ki ak atı vuruldu, öldü.
At ile er birbirine tutkun. Türk ile
at birbirine sevdalı.
Üzüldü elbet; ancak savaş beklemezdi
ki onu bekliyordu. Atını uğurladı güzel sözlerle ve boz bir at buldu kendine.
Boz at bildi ki üzerindeki kutlu bir savaşçıdır. Coştu. Birlikte; yaşın olup
yaktılar, çakın olup çaktılar.
Boz at da uğurlaştı aldığı yaralar
gücünü kesip.
Bu kez bir doru at aldı görevi.
Güneş günbatısında battığında, kutlar
sunuyordu bu kutlu savaşçıya ki yönettiği ordu güçlü Karluk ordusunu dağıtmış,
yenip sürmüştü.
"Biz kazandık!” derken mutluydu
kocamış yiğit. Benlik, eser olsun yoktu üzerinde. Çoktan eritmişti
yiğitliğinde.
Ordusunu toplayıp yurduna ilerlerken,
bir yandan yaralarını sağıtmaya çalışıyordu. Yorgun, yaralı bedeni, dinlenmesi
gerektiğini işittirirken ona bir ulak koşturdu can havliyle yanına.
"Yetiş!” dedi, "Kağan zorda!
Ordusu günlerdir savaşta. Karluk İlteber’i kuşatmış! Yetiş!”
Buyruk çağrısı ölümeydi. Eğer böyle
bir çağrı varsa kağan zorda demekti. Bir başkası olsa ne yapar bilinmez; ama o
ona yakışanı yapıp buyruk verdi ordusuna.
"İleri!”
Yorgun atları, yeni bir savaşın
varlığını hissetmiş, son güçlerini kullanırken; bir umut olarak katıldılar
kağanın ordusuna.
Acıydı görüntü. Azlık kalmış Gök köklü
Türkler, varlıklarını tüketecek bir savaşın içindeydiler.
"Yettim Ulu Kağan! Seninle ölmeye
geldim!”
Seksenlik kocanın bozkurt haykırışı,
yeni bir kaynak oldu. Coştu savaşçılar. Sanki yeniden başladılar.
O da yeniden başlamış; hiç savaşmamış
gibi yine en ön saflara doğruldu Bagatır Kuli Çur.
Çok kalmadı, atını vurdular yine. Her
yanı kan içinde doğrulduğunda, Kağanın öldüğünü duyurdu sesler.
"Gök köklü kağan uçmağa vardı!”
Ardından bütün oğuşu vuruldu, kırıldı.
Yürek acısı, bütün acılarını unuturmuş
bir kez daha bir ak at bulmuştu kendisine Bagatır Kuli Çur. Savaş durmuştu.
Karluk İlteber’i karşıdan, tükenmiş
Gök köklü Türk ordusuna baktı. O an seçti adı bilinir yiğit Tarduş Şadı’nı. Ona
seslendi.
"Ey ulu yiğit! Ey kutlu Bagatır!
Ne kağanın kaldı ne devletin! Ben dahi seninle savaşmak, seni yok etmek
istemem. Var baş eğ bana. Kılıcını at! Erlerinle erlerime katıl. Aynı soylu,
aynı töreli aynı dilliyiz. Bundan gayrı savaşmamız gerekmez! Katıl ki seninle
güçleneyim. Sana daha yüksek orunlar vereyim!”
Güldü Bagatır Kuli Çur, kahkahalarla
güldü.
"Sen beni ne sanırsın? Sen benim
ne için savaştığımı, ne için kan akıttığımı sanırsın? Bunca yaş aldımsa
devletim için. Bunca savaştımsa devletim, kağanım için. Ne bir orun ne başka
bir övgü tutmaz bu kutlu düşün yerini. Baş eğersem eğer sana, bütün
uğraşlarımın, bütün savaşlarımın değeri yok olacak. Geride ne adım, ne destanım
kalacak! Orun dileseydim eğer elbette alırdım kağanımdan. Huzur ve rahatlık
isteseydim eğer, ne işim olurdu bu yaşta bu alanda. Beni anam erlik için
doğurdu ey devlet bilmez İlteber. Ben devlet için yaşadım! Şimdi de bütün bu
gerçekliğe tutkumdan sana karşı çıkacak, erlerimle birlikte can verene kadar
savaşacağım! Ben devletime sadık olmakla anılırken sen oyuna gelip devletini
yıkmakla, kağanını öldürmekle anılacaksın! Hangisi kutlu dersin?”
Kızdı İlteber. Ordusunu saldı azlık
Göklü Türklerin üzerine.
Son savaşıydı ki onu alabildiğine
yaşamak diler gibi savaşıyordu kocamış Bagatır Kuli Çur.
Sonunda uçmaklık çağı geldi. Ona
kalkan olmaya çabalayan oğulları, yoldaşları erleri birer birer düşüp, sıra ona
geldiğinde aldığı sayısız yara güç koymamıştı bedeninde. Diz üstü çöküp
kılıcına yaslanarak başını Gök’e kaldırdı.
"Geliyorum” dedi haykırarak,
"Alnım açık, geliyorum. Yaralarım övüncüm, akan kanım yiğitlik ışığımdır.
Elbette kişioğlu ölmek için türemiş. İş ki bunu er gibi yapmakta!”
Öylece kaldı cansız. Ne yere düştü, ne
yıkıldı.
Onca zaman yağılık edenler, onu
düşürmek için kılıç sallayan Karluk erleri gözyaşları döktüler anısına. Yiğidi
yiğitçe uğurlamak için çabaladılar. Onun anısına odlar yakıp, yağışlar kurban
ettiler.
Karluk İlteber’i bu kutlu destanı
yazan kocamış erin unutulmasına, anılarının yitmesine izin vermedi.
"Bir bengütaş dikin anısına.
Bedizciler üzerine yazsınlar yaptıklarını. Acun durdukça bengütaş dursun!
Burada, bu yerde yaşananlara im olsun!”
Öyle yaptılar. Bagatır Kuli Çur’un
durduğu son yere diktiler bengütaşını. Üzerinde anlatıları...
Adı bilinmezlerde kaldığında; bir gün
bir yazıcının çıkıp; bütün bu olanları yazacağını, erlerin kandil ışığında
arandığı bir çağda; dostun dostunu, arkadaşın arkadaşını bir kıytırık koltuk
uğruna sattığı kötü zamanlarda; maddenin, paranın, makamın ve cukkanın bütün
değerlerin önüne geçip, geçmişi unutulmaya itme çabasına gem vurmak için,
anlatacağını elbette bilemezlerdi.
Bilinen o ki bu ulusun kahramanı,
yiğidi çoktur. Haini bulunur elbet amma destanlar var oldukça, yiğitler anılıp
örnek diye sunuldukça hainlerin dahi utanıp doğru yolu bulacağı umudu
yaşatılır.
Umudumuzdur bizi diri tutan. Bir de
ölümsüz destanlar.
Yazıcı bu destanı, Bagatır Kuli Çur
anılsın, yaptıkları unutulmasın diye yazdı.
İnanır ki ibret alınır!
Adı yaşatılır!
Nice adı bilinmez yiğit adına...
10.02.2014
.