Prof. Dr.Pakize AYTAÇ
Dersin: “Kişinin takati neymiş, gücü ne?”
Bir dev gibi davran, işlerin en gücüne!
“İnsan” dediğin, insan olur gerçekten,
Sahipse eğer kendini aşmak gücüne!
Arif Nihat ASYA
Millî ruha kilit vurmuş, sosyal
entropiye ve sosyal hipnoza uğramış toplumlarda feraset ve basiret nitelikleri
yok olduğu için, kendi kimlik kökleri üzerinde kafa yormayı bir nevi
maziperestlik olarak görenler çoğalır. Bu tür insanlar bilmezler ki küresel
sistem ve içimizdeki uzantıları zihinlerimizi ne denli altüst etmeye çalışsa da
er ya da geç su yatağını bulur.
Egemen güçlerin, küresel ahtapotların
refahı paylaşmamak adına dünyaya dayattığı politik argümanlar bir gün çöker.
Başkalarının ıstırabı üzerine saadet kurulmaz. Tarihin çöplüğünde yatan sözde
devletlerin çöküş nedeni bu değil midir? Millî coğrafyaların vahdetini bozarak,
binbir hile ve tavizlerle millî güvenliğin kırmızı çizgilerini silmeye
çalışanlar, doğacak felaketlerin yükü altında ezileceklerdir. Siyasi felsefesi
olmayan siyasi aktörler, politik inşanın siyasi ve sosyoekonomik sistemini
kendi özgün değerleri üzerine kurmazlarsa ağır bedeller öderler.
Fikir iffeti taşımayan, güdümlü
siyasete cevaz veren, sömürge zihniyetine teslim olan, toplumsal değerleri
yerle bir eden, millî menfaatleri hiçe sayan, köşe dönmeyi, kısa yoldan zengin
olmayı meşrulaştıran, gücün hâkimiyeti adına vahşi kapitalizmi onaylayan, birey
merkezli çıkar ahlakını kışkırtan anlayışların toplumdan silinip atılması,
mutlu bir geleceğin olmazsa olmaz şartıdır.
Bu manada güzel Türkiye’miz bir yol
ayrımındadır. Politik hesaplaşmaların, üstü örtülen Türk ruhunun, ilkesizliğin,
ahlaktan yoksun para kazanma hırsının, açısı daraltılmış görüş ufkunun, vicdan
ve inanç hürriyetini kaybetmiş yığınların, şer güçlerin değirmenine su
taşıyanların; ülkülerini kaybetmiş, pragmatizmin kurbanı olmuş nesillerin,
vicdanını ülkemizin düşmanlarına satmış sömürge aydınlarının bilmesi gereken
şudur ki siyasetin birinci şartı, uzak hedefleri idrak, ikincisi belirli bir
stratejik hüviyete sahip olmaktır. Ruh asaleti ve ahlaki cesarete malik
olanların amacı, ikbal zevkine yenik düşmemek, siyasetin zaaf ve noksanlarını
iyi kavrayıp topluma yeni vizyonlar sunacak iradeyi yaratmaktır.
Bir fikir hareketi ancak, ilim ve
muhakemesi sağlam aydınlarla kurulabilir. Millî kültür, millî mefkûre ve millî
ahlak sükûtuna düşmüş sözde aydınlarla, kendi tarihî referanslarıyla bağını
koparmış devşirme köşe yazarlarıyla bir ülkeyi kalkındıramazsınız. Öz tarihini,
kültürünü, felsefesini şuur kaynağı olarak görmeyenler, geleceği yepyeni bir
hayat hamlesiyle kucaklayamazlar. Millî belleği tahrip olmuş bireylerle ideal
bir toplum düzeni de ideal bir devlet sistemi de kuramazsınız.
Bütün bu bunalımlara neşter,
Türk–İslam medeniyetinin temel niteliklerini, ülküsel kavramlarını, yücelik
algılarını geliştirmiş şahsiyetler tarafından vurulabilir. Aydın sorumluluğu ve
misyonu değer yitimine uğramış bir toplumu, millî ahlak ve siyasi değerlerle
yeniden buluşturmak zorundayız. Zira her siyasi sistem mensuplarıyla değer
kazanır. Türk’ün ahlak sistemi buna imkânlar sunacak çaptadır. Bir toplumu
ahlak fesadına uğratan, sosyokültürel yıkıma götüren yoz yaşama kalıplarına set
çekmek zorundayız. Unutmayalım ahlaki filtreler tıkanınca ferdî yapı da çöker.
Türk siyasi felsefesinin yaşamsal özü, ahlaklı birey-aile-toplum-devlet
hayatındadır. Türk medeniyetinin asyatik sembollerinin çekirdeğinde çiğ akıl
yerine pişmiş gönül vardır. Devlet zemininde “kut”a verilen değer boşuna
değildir. Kuta ulaşmak için, her türlü beşerî ihtirastan arınmak gerekir.
Nefsine yenik düşen kutu kaybeder. Mazimizdeki görkemli kaynaklar, bilgeliğe ve
ahlak kuvvetini vurgulayan bilgilerle doludur. Tarihin gidişine yön veren
atalarımızın devlet kurma yeteneği ve yönetim erkini kavramak için bu kaynaklar
yeniden ele alınmalıdır. Millî hafızamızdaki her derin mana, anlayanın idrakine
göredir. Yakın tarihimizde bile, dev bir imparatorluğun çökerken küllerinden
nasıl bir yeni devletin doğduğunu, yeni bir zihniyet ve estetiğin nasıl
oluştuğunu görebiliriz. Bu gerçeğe pürdikkat eğilmek, emin bir geleceğin en
önemli teminatıdır. Zira insan güçlü ise sistem güçlenir. Türk medeniyeti
asırlar boyunca bu zorlu coğrafyada ayakta durduysa bu devleti yönetenlerin
kabiliyetlerinin dayandığı değerlerle mümkün olmuştur.
Kadim tarihimizden bu yana Türk devlet
adamının dik duruşunu taşıdığı özelliklerle mümkün olmuştur. Bu manada Kutadgu
Bilig’den yola çıkarak, söz konusu vasıfları şöylece sıralayabiliriz: Bilge
olmak, akıllı ve bilgili, cesaretli, kuvvetli, kahraman olmak, asil soydan
gelmek, dürüst olmak, doğruluktan ayrılmamak, fazilet sahibi olmak, sözünde
durmak ve verdiği sözden dönmemek, hasis olmamak, eli açık olmak, yumuşak
huylu, alçak gönüllü, himmet ve hayâ sahibi olmak, ihtiyatlı olmak, uyanık
olmak, ihmalkâr olmamak, aceleci değil sabırlı olmak, zalim olmamak, merhametli
ve şefkatli olmak, yalancı olmamak ve yalandan hoşlanmamak, siyasette mahir
olmak, inatçı olmamak, temiz olmak, dili yumuşak olmak, mağrur ve kibirli
olmamak, tok gözlü olmak, gönlü temiz ve kalbi doğru olmak, anlayışlı olmak,
nefsine hâkim olmak, harama el uzatmamak, Tanrı’ya kulluk etmek, içki içmemek,
kumar oynamamak ve fesattan uzak durmak, kan dökmemek, düşmanlık besleyip kin
gütmemek, dünya malına değer vermemek, dünya malına aldanmamak ve varlığının fâni
olduğunu unutmamak.
Yeni bir Türkiye yaratmanın yolu, bu
eşsiz değerleri bağrımıza basarak millî hatıralarımıza sahip çıkarak
yenileşmekten geçer.
Bir yandan geleneksel kültür
değerlerini anlamış, özümsemiş, öte yandan yenilikçi, üretken nesillere ihtiyacımız
var. Özgün olan, fark yaratan yeni terkiplerle siyasete fikir ve ruh
kazandırmak mümkündür. Batı’nın spekülatif ve çatışmacı tezleri bizim mayamıza
uymaz.
Türk-İslam terbiyesinin vakar ve
zarafeti; iman, irfan ve ahlakı; sevgi ve merhameti, feragat ve fedakârlık
anlayışı, adalet ve sadakat ruhu; huzur, sükûn ve güven dolu dünyası, yürekli
ve cesur tavrı, alın terine verdiği değerle, ehliyet ve liyakat yüklü
zihniyetle beşeriyetin yüz akı şahsiyetler yetiştirmek hepimizin boynunun
borcudur. Siyasi teoride başarılı olmak ancak millî ruhu kavramakla mümkündür.
Millî ruhun gelişmesi demek,
şahsiyetli, erdemli, imanlı, bütün varlığa sevgi ve saygıyla bakabilen, cesur,
dinamik, adalet duygusu taşıyan, sorumluluk bilincine erişmiş, ilkeli,
bağımsız, dürüst… olmak gibi kimliğini kuran temel değerleri taşımak demektir.
Bu kavramlarla dolu bir hayatı tercih eden bir birey, siyasi manipülasyonların
açık pazarı olmaz.
Milliyetçiliği bir millî kültür ve
medeniyet meselesi olarak görenler, şer güçlerle ittifak yapmazlar. Türk
halkının tarihî şuur ve hafızasına, felsefi düşüncesine, pedagojik
tecrübelerine, ahlaki sistemine dayanarak millî kökler üzerinde filizlenen bir
zihniyetin sahipleri olarak arkalarına sermaye tekellerini, Türk düşmanlarını
almadan millî, dinî ve siyasi referanslarını kendi öz değerlerinden
devşirirler. Politikayı hiçbir şekilde bir çıkar paylaşımı, ganimet felsefesi,
rant kapısı olarak görmezler.
Büyük Türkiye davasının çilesini
çekmiş, devlet terbiyesi kazanmış, millî terkip zihniyetiyle yetişmiş, Türk
tefekkür sisteminin inceliklerini kavramış, kifayet ve dirayetleriyle en keskin
virajlarda bile sarsılmamış, haysiyetli, vakur, meziyet ve liyakatleriyle
temayüz etmiş ülkü erleri bilirler ki ”Siyaset ahlak iledir.” Hayata bu
zaviyeden bakan fikir adamlarını var ettiğimiz gün, zafer bizim olacaktır. Bu
sonuca ulaşmak için de hep birlikte şu soruları kendimize sormak zorundayız.
Kalbimizi, vicdanımızı süsleyen değer
yargılarımıza o masum, kutsal ahlak anlayışımıza ne oldu? Cesaretimiz, yanlışa
dur diyebilen karakter yüklü duruşumuz nerelerde takılı kaldı? Doğruluk, vakar,
alın teri, ahde vefa gibi önemli duygular neden suskun? Yaşanılan bir yığın
hoyratlık neyin nesi? Dostluk ve sadakat neden yerlerde sürünüyor? Bu sömürü
düzeni, bu sefil zihniyetler içimize nasıl çöreklendi? Şeref ve haysiyet
ölçülerindeki bu daralma neden? Millî duruşumuzdaki kırılmaların sebebi nedir?
Acılar, mağduriyetler artıyor,
aldırmıyoruz. İnsanlar çile kuyruklarında ölüyor umursamıyoruz. Sefil
vicdansızlara prim veriyoruz. Türklüğe kin ve haset kusuluyor aldırmıyoruz.
Çocuk yaşta büyümek zorunda kalanların dertlerine eğilmiyoruz. Yokluktan haysiyet
doğuran alın teri emekçilerini yüceltmiyoruz. Zalimleri, merhametsizleri, kul
hakkını korumayanları beşerden temizleyecek güç nerede?
Bu soruların cevabı elbette vardır.
Görüş ufku daralmış, millî ve dinî hafızası zayıf, millî vicdanını terketmiş,
gaflete düşmüş, ahlak fesadına uğramış, beşerî hırs ve tutkularıyla insanları
idrak komasına sokmuş, iç hürriyetini kaybetmiş; köle ruhlu, sömürge
zihniyetine, güdümlü siyasete teslim olmuş insanları karar mekanizmalarından
ayıklayarak, toplumu yönetme hünerine ve özel kabiliyetlere sahip olanlara yol
açarsak içine düştüğümüz siyasi, ekonomik ve kültürel ablukadan anında
kurtuluruz. Toplumsal sorunların hiçbiri hafife alınmadan;
“Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir
koyunu,
Gelir de adl-i ilahî Ömer’den sorar onu.”
mısralarına sinen ruhu kaybetmezsek
yaşam cennet olur; aksi cehennemdir. Türk’ün tarihî misyonunda “insanlığın
vicdanı olmak”, bu sebeple çok önemlidir.