Doğum tarihi hususunda tam
bir kesinlik olmayan İsmail Gaspıralı’nın umumiyetle 1851 senesinde dünyaya
geldiği kabul edilir. Esasında bu durum II. Dünya Savaşının sonuna kadar hayata
gözlerini açan her Türk’ün nüfus kaydı için geçerlidir. O, Kırım’ın Bahçesaray
ilçesine bağlı Avcıköy’de doğduğunda, bütün Türk dünyasında felaketler
yaşanmaktaydı. Başta Osmanlı ülkesi olmak üzere her tarafta işgaller,
soykırımlar ve sürgünler vardı. Avrupa hızlı bir gelişme içinde ve buna bağlı
olarak nimetlerinden faydalanıyorken, Türkler neredeyse 16. yüzyılın ortalarından
beridir uyuyorlardı. Onları bu gaflet halinden kurtarmak lazımdı ki, işte bu
görevi üstlenen aydınlardan birisi de Gaspıralı İsmail’dir.
Öğrencilik yıllarında,
özellikle Rusların aşağılamaları, doğup-büyüdükleri bu topraklarda ikinci,
hatta üçüncü sınıf vatandaş muamelesi görmesi ve bu sırada ortaya çıkan
Girit’teki ayaklanmada, burada yaşayan Türklerin katliama maruz kalması, mazlum
olan Türk iken bütün Avrupa’nın Yunanlıların arkasında yer almasını
hazmedemeyen İsmail Gaspıralı, askeri okuldaki eğitimini bir kenara bırakarak,
Türk dünyasının gözbebeği Osmanlı Devleti için bir şeyler yapmak gerektiğini
düşünüyordu. Kendisi gibi genç bir arkadaşıyla beraber Osmanlı ülkesine gitmek
için Odesa limanına gelmişler, ancak yanlarında pasaport olmadığından Rus yetkililer
gemiye binmelerine izin vermemişti. İşte bu yüzden askeri okuldaki eğitimini de
yarım bırakan genç İsmail çocukluk yaşlarından itibaren Türkçülüğe soyunmuş; bu
garip ve hor görülen milletin aklını başına alması yolunda çalışmalara girişmiş
idi.
Bu hadiseden sonra
Bahçesaray’a gidip, orada bir medresede kısa bir süre Rusça öğretmenliği yaptı.
Eğitimcilik yıllarında kendini daha da geliştiren İsmail Gaspıralı, Ruslardan
da esinlenerek Batı tarzında eğitim ve öğretimi Türkler arasında yaygınlaştırmanın
şart olduğu kanaatine varmıştı. Onun amaçlarından birisi de İstanbul’da asker
olmak veya Osmanlı Devleti’nin vereceği herhangi bir işte çalışmaktı. Fakat iyi
bir memuriyete girmesi ve diğer ülkülerini gerçekleştirmesi için Avrupa’ya
gidip, orada bilgisini artırmak ve bu sıralarda revaçta bir dil olan
Fransızcayı öğrenmek istedi. İşte bu maksatla Paris’e de gitmiş, burada iki-üç
yıl kadar kaldıktan sonra 1874’te İstanbul’a gelmiştir. Maalesef burada
aradığını bulamadı. Kendisine iş verilmedi. Ancak buna rağmen İstanbul’da
devlet erkânı ve fikir adamlarıyla görüş teatisinde bulundu. Hem ileride kaleme
alacağı bazı yazıların alt zeminini hazırlamış, hem de Osmanlı Devleti’nin
işleyişini anlamış idi.
İstanbul’da kısa bir süre
geçirdikten sonra, neticede o 1875 tarihinde Kırım’a döndü ve 1878’de yirmiyedi
yaşlarındayken Bahçesaray belediye başkanlığına seçildi. Yapmayı planladığı
şeyleri icraata koymaya karar verdiğinde, Ruslar pek çok engel çıkardılar. Buna
rağmen çeşitli gazete ve dergilerde takma adlarla yazılar yayınladı. Bu arada
1881’den itibaren değişik konulara ve toplum hayatının problemlerine dair bir
sürü broşür neşretti. Ama onun hayalinde bir gazete çıkarmak vardı. Bu
teşebbüsü her defasında Rus makamları tarafından geri çevrildi. Nihayet 1883’te
Türkçe ve Rusça basılması şartıyla “Tercüman” gazetesini yayınlama iznini
kopardı ki, bu gazetenin ilk sayısının baskısı, Kırım’ın Ruslar tarafından
işgali tarihine rastladığı söylenir.
Tercüman Gazetesi Türk
dünyasında oynadığı rol açısından bakıldığında son derece önemli bir yerdedir.
Türk coğrafyasının her köşesinde zevkle okunan ve anlaşılabilen bir muhtevaya
sahipti. Rusya’daki 1905 ihtilalinden sonra Tercüman’ın başına “Dilde, Fikirde,
İşte Birlik” ibaresini koydu. Çünkü kurtuluşun sadece bir Türk bölgesinin
selamete ermesiyle değil, topyekûn her yerde kalkınma ve milli beraberlikten
geçtiğinin farkındaydı. Böylece İsmail Gaspıralı’nın önderliğinde Rusya’da
Pan-Türkizm, yani Türkçülük hareketi başladı. İsmail Gaspıralı, bütün Rusya
Türklerinin, Türkiye’nin manevi liderliğinde ve ortak bir dil çerçevesinde bir
araya gelmelerini arzuluyordu. Bu maksatla Tercüman’da kullanılan dil,
aşağı-yukarı bütün Türk coğrafyalarında anlaşılabilen terim ve kelimelerden
meydana geliyordu. Rusya tarafından sürdürülen dil politikaları, Türkler
arasında menfi tesirler yapmış, neredeyse Türkler birbirlerini anlayamaz hale
gelmişlerdi ki, zaten onun ölümünden sonra ve Sovyet döneminde Ruslar bu
emellerine ulaştılar. Dolayısıyla dilin kaybedilmesi, milliyetin bir nev’i yok
olmasıdır.
O, Usul-i Cedid denilen yeni
okulların açılmasına öncülük yaparak, dini ilimler yanında modern bilimlerin de
Türk dünyasına girmesini sağladı. Gaspıralı’nın yakından müşahade ettiği şey,
hem Osmanlı, hem de diğer Türk diyarlarında olsun hezimetlerin esas nedeni,
ilimde ve fende geri kalınmasıydı. Öyleyse, Batı’yı kendi silahıyla vurmak
gerekiyordu. Ama maalesef Gaspıralı ve Kemal Atatürk’ten bu yana çağdaş
medeniyetler seviyesinin üzerine çıkmak idealini hiçbir devlet adamı kendisine
amaç olarak görmedi.
20. asrın başlarında
Rusya’da ciddi gelişmeler oldu. Bunlardan birisi de bütün Rus çarlığını saran
ihtilal hareketleriydi ki, Rusya Türkleri de bundan yararlanma yollarına
gittiler. 1905 ve 1906’larda Yusuf Akçura, İsmail Gaspıralı, Münevver Karı,
Ahmedcan Bentimur, İsmail Abid, Abdullah Avlanî, Abdullah Hocaoğlu ve Ali
Merdan Topçubaşı gibi Türkçülerin önderliğinde, Rusya’da yaşayan Türk ve
Müslümanlar çeşitli kongreler tertiplediler. Bunlardan ilki 1905 ağustosunda
Nijniy-Novgorod şehrindeki panayır sırasında gizli ve kanunsuz olarak, Oka
Nehrinde gezinti süsü altında bir vapurda düzenlendi. Kongreye Rusya
Müslümanlarından 150 temsilci katıldı. Toplantıya iştirak edenler aktüel,
politik ve kültürel problemler ile toprak meselelerini görüştüler. İkinci
kongre de gizli olarak 28 Ocak-5 Şubat 1906 tarihleri arasında St.
Petersburg’da; üçüncüsü de yine Nijniy-Novgorod’da 26 Ağustos 1906 yapıldı.
Bunların bazılarının başkanı Gaspıralı İsmail’di. Bu toplantılardan çıkan en
önemli sonuç; Rusların yapmış oldukları anti-Müslüman ve Türk propagandalarının
kınanması ve Türk düşmanlığına karşı mücadeleye karar verilmesiydi.
İsmail Gaspıralı’nın bu
gayretleri elbette sonuçsuz kalmadı. Başta Rusya’da toplanan kongrelerde ilk
okuldan itibaren Türklerin kendi ana dilleriyle eğitim yapmaları teşvikine
gidildiği gibi, daha sonraki çalışmalarla da Türkçenin yabancı kelimelerin istilasından
kurtarılması için gerekli girişimlerde bulunuldu. Bunun da öncülüğünü
Azerbaycan ve Türkiye gerçekleştirdi.
Çocukluğundan itibaren Türk
dünyasının birliği ve aydınlanmasını kendine bir ülkü edinen İsmail Gaspıralı
fikirleri olgunlaştıkça bunları yazı ve yayınlardan başka yollarla insanlara
ulaştırmak lüzumunu düşünmüş; buna binaen de hemen hemen her yıl değişik Türk
topraklarına giderek oralarda fikir adamları ve ahaliyle görüşmüştür. Gaspıralı
İsmail Bey İslam dünyasına da aynı gözle bakıyordu. Onun da üzerinde bir
rehavet vardı ve uyanması lazımdı. Bu münasebetle Hindistan ve Mısır gibi
ülkelere de yolculuklar yaptı.
Elbette ki Türk tarihinin
kahramanlarına dair hazırladığımız bu denemelerde onların ve dolayısıyla
Gaspıralı’nın da bütün yönlerini ortaya koymak mümkün değildir. Ama elimizden
geldiğince bu büyük insanlar hakkında genel bilgileri vermeye çalışıyoruz.
Eksikliklerimizin olduğunun da farkındayız. Türk milliyetçiliğinin bu abide
şahsiyeti 1914 yılında hayata gözlerini yumduysa da, milletinin nazarında
hizmetlerinden dolayı ölümsüzleşmiştir.
Türk dünyasının 21. yüzyılda
yeniden derlenip-toplanması ve uykusundan uyanması için bütün Türk ilim
adamlarının bir kez daha “dilde, fikirde, işte birlik” ülküsü etrafında
birleşmesi ve bunu kendi coğrafyalarında hakim kılmak amacıyla çok çalışmaları
gerekmektedir. Kısacası her Türkçü İsmail Gaspıralı olmalıdır.
“Türk Tarihinin
Kahramanları: 45- İsmail Gaspıralı”, Orkun, Sayı 108, İstanbul 2007